31 Ekim 2016

Geçmiş Yazılarımdan Seçmeler 2


Evet, sizlerle geçmiş yazılarımdan seçmeler serisine devam ediyoruz.Gelin önemli noktaları bir daha hatırlayalım;

Vaktiyle alim zatlardan birisi yolda gidiyorken kibirle eteklerini yolda sürükleyen bir genç görmüş. Gence, şu eteklerini biraz daha kısalt demiş. Genç, sen benim kim olduğumu biliyor musun demiş ona. Evet, çok iyi biliyorum demiş yaşlı alim. Senin başlangıcın kaypak bir su sonun da kokmuş bir leş, ikisi arası da pislik dolu bir hammallık demiş. Genç cevap veremeyip sıvışıp gitmiş. (Güzelliklerin Asıl Sahibi)

Ahiret Okyanusunun büyüklüğü yanında ancak bir damla kadardır Dünya. Okyanuslarda yüzmek için yaratılan insanın bir damlada boğulması ne kadar acıdır. Az bir gayretle az ötedeki okyanusa ulaşabilecekken elindeki bir damlayla yetinmesi ne kadar hüzün vericidir. Kabiliyetler bakımından tüm varlıkların üstünde yaratılan insanın bu konumunu değerlendiremeyip tüm varlıkların altına düşmesi ne kadar acıklıdır. (Bir Yolcudur İnsan Şu Hayatta)

İnsanı insan yapan şey bakımlı bedeni değil ruhudur. Bedenimizdeki madenleri toplayıp satsak çok bir şey tutmaz. Ama manevi değerlerle donanmış bir ruh dünyalar kıymetindedir onu Yaratanın gözünde. Buradaki bedenimiz bize son nefesimize kadar eşlik eder. Ruhumuz ise ebediyete kadar. 3 günlük dünya hayatında bedenimize gösterdiğimiz özeni bizimle sonsuza kadar beraber olacak ruhumuza niçin göstermiyoruz? (Hazır mısın Ruhunun Fotoğrafını Çekmeye?)

Allah'ın elçisi ve kitabımız bize bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu bildirmiş ve yapmamız gerekenleri anlatmışlardır. İnsanın elinde gerekli donanım da vardır. O sözlere kulak verenler ve donanımlarını iyi yolda kullananlar imtihanı başarıyla geçmiş ama o sözlere aldırış etmeyenler ve donanımlarını O'nun yolunda değil de nefislerinin istikametinde kullananlar ise imtihanı ne yazık ki kaybetmişlerdir.(Hayatta Bayram)

İnsan hayatındaki en büyük yatırımları kulluğuna yapmalıdır. Seminerlere harcadığı zaman kadar, kulluğun temel özellikleri olan ibadet, samimiyet, cömertlik, tevazu, cesaret, yumuşak başlılık, vefa, sadakat, herkesle iyi geçinme gibi iyi huyları kazanmak ve karakterini bunlarla örgülemek için zamanını harcamalıdır. Hem bunları kazanmak için öyle masraflara girmesine de gerek yoktur. Bu konuda en büyük rehber ve kulların baştacı olan Peygamber Efendimize (SAV) bakması ve Kitabımızın yapraklarını açması yeterlidir. (En Büyük Unvan Kulluk)






28 Ekim 2016

Hey Taş! Geç Arkadaşının Yanına!


Bizler hepimiz bir toplumda yaşayan insanlarız. Ne kadar yetenekli ve akıllı da olsak bir toplum içinde bulunmadan yaşayamayız. Nasıl ki yalnız bir taştan duvar olmazsa yalnız yaşayan bir insan da tüm işlerini kendi başına yapamaz ve yaşayamaz.

Çocukluğumda, Daniel Defoe'nin meşhur Robinson Crusoe adlı romanını okumuştum. Roman ıssız bir adada yıllarını geçiren bir adamı konu alıyordu. Romandaki Robinson her ne kadar yıllarca yalnız yaşamayı başarabilmiş olsa da bunu gerçek hayatta yapmak o kadar kolay değildir.

Hepimizin bilgisiyle, becerisiyle ve karakteriyle topluma katacağı değerler vardır. Toplumlar bu değerleri harmanlayarak geleceğe yürürler. Nasıl ki tek başına gözler veya eller bir işe yaramıyor ve onların hepsi bir araya gelip bir vücut meydana getiriyorlarsa bizlerin de tek başına çok fazla bir katma değerimiz olmaz.

Üç tane 1'i alt alta toplasanız 3 eder. Ama bunları yan yana getirdiğiniz zaman 111 kuvvetinde olurlar. Evet, omuz omuza vermiş ve kaderleri ortak olan milletimin insanlarının meydana getireceği sinerjinin önünde hiç bir maddi gücün duramayacağı açıktır.

Aynı zamanda insanlar, bir toplum içinde yaşamakla birbirleriyle dayanışma içinde olurlar. Zengin, fakirin yardımına koşar, güçlü zayıfın elinden tutar ve aslında insan olarak birbirlerinden farklı olmadıklarını görürler. Nasıl farklı olsunlar ki. Onları Yaradan, bir tarağın dişleri gibi eşit yaratmıştır. İnsanın, Allah'ın kendisine verdiği nimetlerden ötürü diğer insanlara karşı böbürlenmesi ve caka satması onun çiğliğini göstermez mi?

Evet, hiç bir farklılık düşüncesine girmeden, aynı kaderi paylaşan insanlarla birlikte sağlam bir toplumu inşa ederek aydınlık yarınlara yürümek ne kadar güzel olur değil mi?










27 Ekim 2016

Boş Zaman mı Yoksa Boşa Geçen Zaman mı?


Hayatta çoğu insan boş zamanlarının olmadığından yakınırlar. Oysa "boş zaman yoktur boşa geçen zaman vardır" (A. Gulterman). Eğer boş zamanlarımızı nasıl değerlendireceğimizi bilmiyorsak boş vaktimiz olmayacak demektir.

İnsanın hayata gözlerini açtığı an aslında kum saatinin de ters çevrildiği andır ve insan o kum saatindeki kum tanelerinin ne zaman biteceğini bilmemektedir. Kimisi için bu 100 sene olurken kimisi için 70 sene, kimisi için rahmetli abimde olduğu gibi 38 sene kimisi için de rahmetli kuzenimde olduğu gibi 28 senedir. Kimileri de daha ayakları tozlanmadan geçer gider bu dünyadan. O yüzden insan boş zamanını en iyi şekilde değerlendirmeli ve boşa geçirmemelidir.

Evet, yarınlarımızın ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Bu sebeple "şimdi"lerin kıymetini çok iyi bilmemiz gerekiyor. "Daha sonra"ların sonu hiç bir zaman gelmeyebilir ve bir de bakmışız ki gözümüzü mahşere açmışız.

Zamanımızın insanları dünyaya karşı çok hırslılar. Oysa bir insan eğer hırslı olacaksa zamanını kaybetmemeye karşı hırslı olmalıdır. Onun bir damlasını dahi ziyan etmemek için titremelidir. Çünkü ebedi mutluluğun sermayesi "bu zamanla" kazanılacaktır.

Orada Geçer Akçe Şudur ki

Kabristanları ziyarete gittiğim zaman orada yatan insanları bir düşünürüm. Farklı meslekten, cinsiyetten, yaştan, zengin veya fakir insanlar. Her birisinin farklı yaşantıları vardı ama ölüm hepsini sıfırladı ve aynı noktaya getirdi. Hepsi 2 metre uzunluğunda 1 metre genişliğinde bir mezarlara gömüldüler. Belki de çoğu zamanlarını iyi geçiremediklerinden yakınıyor, öteki alemde geçer akçenin hiç de dünyadakilere benzemediğinden dem vuruyorlardır. Öyle değil mi ya. Dünyadaki, para, altın, gümüş orada geçmiyor. Orada geçen tek akçe Allah'a kulluğunuzdur.

Size Desem ki 1 Saatiniz Var

Öyleyse, insan zamanını çok iyi değerlendirmeli ama en değerli şeyle. O'da O'nun rızasını kazanmaktır. Size desem ki, 1 saatiniz var. İleride de bir saatlik mesafede muhteşem bir köşk sizi bekliyor. Misket oynamaya mı dalarsınız yoksa hemen köşk yoluna mı koyulursunuz? Evet, fani dünyanın peşinde koşmak ebedi ahiret yurdunun yanında misket oynamak gibidir. Yarın mahşerde çoğu insan dizlerine ellerini vurup "keşke dünyadayken elmasların peşinde koşsaymışım. Oysa ben çakıl taşlarının peşinde ömrümü tükettim ve şimdi ellerim bomboş kaldı" diyecektir. Ama o zaman iş işten geçmiş olacaktır.

Ne mutlu kendilerine verilmiş en değerli nimet olan zamanı Allah'ın rızasını kazanmak için harcayıp fani dünyanın gelip geçici zevklerine aldanmayanlara!






25 Ekim 2016

Hey Zorluk! Sana Çok Teşekkür Ederim


Çoğu insan hayatlarında karşılaştıkları zorluklardan şikayet ederler. Zorlukların, hayatlarını zora soktuğunu düşünerek pek onlarla karşılaşmak istemezler. Aslında zorluklar, değerlendirebilen insanlar için birer fırsata dönüşebilir. Ama nasıl?

Zorluklar, insanları değişime ve gelişime zorlarlar. İnsan, zorluklarla mücadele ederek olgunlaşır ve güçlenir. Daha karakterli ve iradeli olur. Zorluklarla mücadele o insanda aklı, çare bulmayı, sabrı, cesareti ve sezgiyi tetikler ve böylece paha biçilmez özellikler kazanır insan. Eğer, isteklerine kolayca ulaşırsa karakteri zayıflar ve iradesi güçsüz kalır.

Zorluklarla karşılaştığınız zaman daha önce yaşamış olduğunuz sıkıntıları hatırlayıp "Daha önce bunlarla başa çıkabilmiştim. Şimdiki zorluk ise bundan daha hafif bunu halledebilirim" diyebilirsiniz. Böyle yaptığınız an o zorluğun ne kadar küçüldüğünü göreceksiniz.

Kaptanın Ustalığı Durgun Suda Belli Olmaz

Başarıların değeri, onun uğrunda katlanılan zorluklar nispetindedir. Zorluk ne kadar büyük olursa başarı da o kadar tadından yenmez olur. Düşünün ki İstanbul'u fethetmenin zorluğu 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmet'i gemileri karadan yürütmeye zorlamış ve onu cihan fatihi yapmıştı. Karşısındaki ordunun çokluğu da Tarık Bin Ziyad'ı gemileri yakmaya zorlamış ve o da Endülüs'ü fethetmişti.

Hepiniz filmlerde görmüşsünüzdür ve gerçek hayatta da böyledir. Her şeye rahatlıkla ulaşan zengin bir insan önündeki pastadan lezzet alamazken akşama kadar zorluklarla mücadele eden fakir bir insan içtiği bir tas çorbadan büyük bir lezzet alır.

Başarı Merdivenlerine Eller Cepte Tırmanılmaz

Unutmayın ki başarı merdivenlerine eller cepte tırmanılmaz. Zeytin, zeytinyağı haline gelinceye kadar ne cenderelerden geçer, tohum başağa yürüyünceye kadar toprak altında ve üstünde ne zorluklarla karşılaşır. Bir hamile kadın bebeğini ne zahmetlerle karnında taşır ve sonunda büyük bir sancıyla bebeğini doğurur. Elmaslar, yerin binlerce metre altında ne tazyikler altında oluşurlar. Arılar, o muhteşem balı yapabilmek için binlerce çiçeğe konarlar.

Evet, her başarının altında bir zahmet yatar. Ateşe atılan topraklı altının saflaştığı gibi hayat ta çekilen zorluklarla saflaşır ve insan kemale doğru yürür. İnsan böylece parayla satın alamayacağı çok önemli özellikler kazanır.






23 Ekim 2016

Çayınızı Kristal Bardakta mı Yoksa Cam Bardakta mı Alırsınız Efendim?


Böyle bir soru size garip gelebilir. Öyleyse beni takip etmeye devam edin. Soruya cevap olarak, tabi ki kristal bardağı tercih ederiz diyenlerdenseniz şekilci bir insan olabilirsiniz. Benim için fark etmez diyenlerdenseniz sizin için şekil değil içerik önemli demektir. 

Önemli olan madde değil mana'dır.

Eskiden "sanat sanat içindir" veya sanat halk içindir" tartışmaları yaşanırmış. Ben ilk sözü şekilciliğe ikincisini ise içeriğe önem verme olarak görürüm. Bence önemli olan içeriktir. Yani beden değil kalptir, madde değil manadır. At değil süvaridir. Halk ozanımız Yunus Emre'nin sözleri çok sadedir ama ne kadar da insanın ruhuna işler ve akıllarda kalır. Hemen hepimizin zihinlerinde onun sözlerinden vardır. Mesela "Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan", "Bana seni gerek seni", "Yaratılanı hoş gör Yaratandan ötürü" gibi sözler hepimizin akıllarında kalmıştır. Ama şatafatlı sözler söyleyenlerden ise geriye hatırlanacak pek bir şey kalmamıştır.

Hayatta çoğu zaman şekle içerikten daha çok önem verir ve bunun için pahalı masraflara gireriz. İstediğimiz şekil olmazsa streslere bile girebiliriz. Mesela, evimize alacağımız orta halli bir koltuk takımı işimizi rahat görecek iken, en pahalısını almaya çalışırız. Oysa her iki takımın da işlevi de aynıdır. Elbiseler için de bu böyledir. Üstümüzü örtecek, insan içine çıktığımız zaman garipsenmeyecek bir elbise yeterliyken en pahalısını ve gösterişlisini almaya çalışır ve bunun için gereksiz borçlara gireriz. Biraz da bu şekilciliğin altında başkaları ne der düşüncesi veya onlara gösteriş yapmak yatar. 

Akıllı insanın yapacağı şey....

Oysa, kendisini yetiştirmiş bir insan bu tür şeylere değer vermez. Altın çamura da bulansa değerinden bir şey kaybetmez ama bir kömür altın varaklara konsa da yine kömürdür. Önemli olan elbise değil onun içindekidir. Ev değil evin sahibidir. Beden değil onun içindeki ruhtur.

Öyleyse, akıllı insana düşen şey, hayatında maddeye değil manaya, bedene değil kalbe, mezara değil onun içinde yatacak ruha yatırım yapmak olmalıdır. Gelin sözlerimizi Yunus Emre ile noktalayalım;


Bu dünya ol ahiretten içeri
Âşıkın yeri var kimseler bilmez
Yunus öldü diye sela verirler
Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez


18 Ekim 2016

Sağır Olun


Evet, sağır olmaktan bahsediyorum. Burada kastettiğim kulağımızın duymaması değil elbette. Hayatta bize olumsuz telkinlerde bulunanlara karşı sağır olmaktan söz ediyorum.

Çok duymuşsunuzdur. "Boş ver çabalama, sen bu işi yapamazsın" ya da "Senden bir şey olmaz" sözlerini. Bu tür sözler, hem insanın motivasyonunu kırar hem de o insanın önündeki fırsatları engeller. Kanımca, insanların bu tür sözlerinin altında biraz da kendi egoları yatmaktadır. İnsanda, hep kendisinden bahsedilmesi, parmakla gösterilmesi ve başarılarından söz ettirmesi vardır. Bunun için diğer insanların işlerinde başarısız olmaları onu öne çıkartacağından dolayı onlara motivasyonlarını kırıcı sözler söylerler. Aslında bu sözleri söyleyip karşısındakinin ayağına çelme takarken kendilerini öne çıkarmaktır amaçları.

Kendisini yeterince yetiştirememiş insanlarda biraz da haset duygusu vardır. Hikayede anlatılır, Şişeden çıkan cin adama sorar "Benden ne istersen iki mislini şu arkadaşın için vereceğim". Adam da " Bir gözümü kör et o zaman" der. Evet haset insana bir gözünü kör ettirecek kadar kötü şeyler yaptırabilir. Öyleyse, insanlardaki bu mevcut duygunun farkında olmalı ve bize yapılan her olumsuz telkine takılıp kalmamalı ve böyle durumlara karşı sağır olmalıyız.

Senin Boyun Kısa....

Eğer, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethedilemeyeceğine dair sözlere takılsaydı Ortaçağı kapatıp Yeni çağı açamazdı. Edison, söylenen sözlere kulaklarını tıkamasaydı ampulü bulamazdı. Amerika NBA liginin gelmiş geçmiş en büyük basketbol oyuncularından Michael Jordan, "senin boyun kısa, senden basketbolcu olmaz" sözlerini dinlemiş olsaydı bugün böyle müthiş bir yeteneği tanımıyor olacaktık.

Evet, etrafımızdaki başarılı insanların bir çoğu, bu tip sözlere kulaklarını tıkayarak başarı merdivenlerini tırmandılar, bu sözlere kulak verenler ise takılıp yolda kaldılar.






17 Ekim 2016

Geçmiş Yazılarımdan Seçmeler 1


Bugün sizlerle geçmiş blog yazılarımdan seçtiğim yerleri paylaşmak istiyorum. Keyifli okumalar;

-Şu dünyanın sahibi burayı bir çeşit imtihan yada yarış yeri olarak dizayn etmiş ve masraf etmiş. Hepimize farklı yarış aletleri vermiş. Mesela, kimimiz fakirlikle imtihan edilirken kimimiz zenginlikle, kimimiz hastalıkla kimimiz de kadınla imtihan ediliriz. İmtihanı başarıyla bitirenler asıl yurtlarında ebediyen mutlu bir şekilde yaşarken imtihanı kaybedenler ise ne yazık ki mutsuz bir şekilde yaşamaya mahkum olurlar. (Hayat Olimpiyatlarına Hazır mısın?)

-İnsanlardan mevsimlerin hepsini yaşayanlar azdır.Kimisi daha ilkbaharda göçüp gider toprağın bağrına kimisi de yazın sıcağında ayrılır aramızdan. Sonbaharın yaprakları gibi yere düşenlerde pek çoktur insanların içinde. Az bir kısmı ise kışın soğuk iklimine teslim eder kendisini. (Mevsimler Gibidir Hayatımız)

-Tarihin tüm dönemlerini düşünecek olursak, çok sevdiğimiz insanların bizden çok önce ötelere gitmiş olduğunu görürüz. Başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere diğer peygamberler, onların arkadaşları, Allah dostları ve en sevdiğimiz akrabalarımız hep ötelerdedir. Nasıl ki, bizim en sevdiğimiz akrabalarımız ve dostlarımızın çoğu İstanbul'da olsalar, herhalde bizlerde bir an evvel oraya gitmek isteriz değil mi? Aynen öyle de insanın dünyanın geçici güzelliklerine takılıp asıl dostları unutması ve onların yanına gitmek istememesi garip bir durum olmaz mı? (Sesimi Duyuyor musunuz?)

-Çevremizdeki hadiselere ve eşyaya kendileri hesabına göre değil de Allah hesabına bakarsak hem bizi yaratan hakkındaki bilgimizi artırmış oluruz hem de boş yere üzüntülere ve streslere girmemiş oluruz. Neden peki? Madem başıma gelen bu hadiseden bana karşı çok merhametli olan Rabbimin haberi var. Öyleyse niye üzüleyim ki. Demek ki bunda benim için bir hayır var diye düşünür insan. (Hayat ve Ayna)

-Malını-mülkünü kaybettiği zaman da şöyle düşünürse sıkıntılardan kurtulur ademoğlu;

Bu malı mülkü bana zaten O vermişti  ve O bunların gerçek sahibidir.Mülk sahibi malını istediği zaman geri alır. Eğer ben bu duruma sabredip şikayetçi olmazsam daha güzellerini bana ahirette verir. Yoksa, bunları ben kazanmıştım. Niye şimdi elimden çıkıp gittiler diye düşünürsem hayat bana ızdırap olur. (Hayat ve Doğuş)

-Hayat, bize verilenlerle onun zevkini sürmek için çok kısadır. İnsan ömrünü 70 yıldan hesap edersek, insan kendisini bilene ve anlayana kadar 15 senesi geçer. Sonraki hayatının da 3'te 1'i uykuda geçer. İşte güçte, yollarda ve hastalıklarda geçen ömrü de çıkarttığınız zaman, geride insanın zevkini sürebileceği 20 senesi (en iyimser rakamlarla) ya kalır veya kalmaz. Bir de bakmış ki peşinden koştuğu dünya onu bırakmış gitmektedir. (Hayat ve Sabır)

Evet sizlere geçmiş yazılarımdan bir demet sundum. Umarım hoşunuza gitmiştir.







16 Ekim 2016

Çabuk Ol! Pazar Toplanıyor


Bugün günlerden pazar. Öyleyse biz de pazar ile ilgili bir yazı paylaşalım sizlerle.

Hepimiz pazarlara gitmişizdir. Pazarlarda alışverişimizi yapar evimize geri döneriz. Şayet gittiğimiz pazarda alışveriş yapmaz da başka şeyler peşinde koşarsak pazar toplandığı zaman elimiz boş kalır.

Dünya da, insanların alışveriş yaptığı bir pazar yeri gibidir. Nasıl ki pazarda en gerekli şeyleri alıp hemen evimize geri dönüyorsak dünyada da ihtiyacımız olan ticareti yapıp esas yurdumuz olan ahirete geri döneceğiz. Haftada bir saat pazar alışverişi haftanın 168 te biri'dir. Yani çok azdır. Oysa ahirete kıyasla dünyanın süresi ise katrilyonda bir bile değildir. Göz açıp kapayınca kadar tabiri bile dünya hayatının yanında çok uzun kalır. 

İşte insan bu dünya hayatında amel alışverişinin değil de eğlencenin peşinde koşarsa göz açıp kapamadan daha kısa olan bir dünya için sonsuz hayatını heder etmiş olur. 

İlkokula başlayalı 34 sene olmuş...

Zaman çok çabuk geçiyor. Daha dün gibi ilkokula başladığım zamanı hatırlıyorum. Oysa üstünden 34 sene geçmiş. Şu an 41 yaşındayım. Bir bu kadar daha yaşar mıyım bilmiyorum. Yaşasam bile bu yaştan sonraki hayatımın o gençlik zamanındaki gibi çelik çavak olacağını düşünmüyorum. 

Hafta içleri çalışırken hafta sonlarını iple çekeriz. Çocukların sömestr tatilini bizim yaz tatilini iple çekerken aslında ömrümüzün ipini çektiğimizin farkında değilizdir. Geçen zamanın farkında olmak için zaman zaman geçmiş fotoğraflara bakarım. İlkokula, üniversiteye ve işe başladığım zamanlar ve şimdiki halime baktığım zaman zamanın nasıl beni yaşlandırdığını görürüm. 

Düşünün bilim adamları tarafından evrenin yaşının yaklaşık 14 Milyar yıl olduğu söyleniyor. Bu 14 milyar yıl geçmiş te bizim 70-80 senelik ömrümüz mü geçmeyecek. Evet, ömür kısa lüzumlu işler ise pek çok. Burada tatmaya izin var ama doymaya izin yok. İnsan sürekli doymanın peşinde olursa ömrü sofra ile tuvalet arasında geçer. Eski insanlar kut-u layemut derlerdi. Yani ölmeyecek kadar yemek demek. Bir başka tabirle belini doğrultacak kadar yemek yeter ademoğluna.

Öyleyse, bize düşen şey, geçici dünya hayatının cazibesine aldanmadan bu pazarda alışverişimizi bir an evvel yapıp karlı bir şekilde kalıcı yurdumuz olan ahirete gidebilmektir.



15 Ekim 2016

Koş Yardımlarına Muhtaç Olanların


Evrim teorisinin sosyal hayatımıza verdiği zararlardan birisi de insanlar arasındaki yardımlaşma duygusunu baltalaması olmuştur. Zihinlere kazınan, "Güçlü olan hayatta kalır" ve "Hayat kavgadan ibarettir" gibi düşünceler toplum hayatımıza da sirayet etmiştir. Tabiatta var olduğu iddia edilen "güçlü olan zayıfı ezer" ve doğal seleksiyon gibi önermeler aslında doğru olmayan tezlerdir.

Doğada ise bu tezlerin aksine bir yardımlaşma görürüz. Belgesellerde seyretmişsinizdir. Timsah kocaman ağzını açar ve kürdan kuşu da gelip timsahın dişlerinin arasında kalmış kırıntıları temizler. Timsah ise sabırla bekler ve kuşa hiçbir zarar vermez. Mandaların sırtlarında da kuşları görürsünüz. Kuşlar o hayvanların sırtlarındaki parazitleri temizlerler. 

Arılar, çiçek çiçek dolaşarak hem öz toplarlar hem de çiçeklerin üremesine yardımcı olurlar. Ağaçlar kuşlara yuvalık eder, aynı zamanda sıcaktan bunalmış insanlara gölgelik yaparlar. Yağmur ise şak şak olmuş toprağın imdadına koşar. Rüzgar da bulutları sürükleyerek yağmura ihtiyacı olan yerlere onları sevk eder.

Taşlar omuz omuza verip bir camide kubbe, bir köprüde kemer olurlar. İp lifleri ise sarmaş dolaş olup kopmayan bir halat olur.

Sözün özü, tabiatta canlı veya cansız varlıklarda hep bir yardımlaşma vardır. İnsana yakışan şey ise, kendisinden daha aşağıda olan bu varlıklardan geri kalmayarak muhtaç olan insanların yardımına koşmasıdır.

Veren El Alan Elden Üstündür

İnsanın değeri, almasıyla değil vermesiyle artar. "Veren el alan elden üstündür" sözünü kendine rehber edinip hayatta hep vermeyi alışkanlık edinenler yarın mahşerde de ellerinden tutulan insanlar olurlar. Yardıma koşmak o insanlarda öyle bir tabiat haline gelmiştir ki bir gün yardıma ihtiyacı olan birisini bulamasalar rahatsız olurlar ve uykuları kaçar. 

İnsan, haddizatında kendisine emaneten verilen malı mülkü, parayı, muhtaç insanlarla paylaştığı zaman tabiatta geçerli olan yardımlaşma düsturuna riayet olmuş olur ve yeryüzünde Allah'ın halifesi olma payesini de kazanmış olur. Aksi takdirde insan bencillik ve cimrilikle bundan kaçındığı zaman yarın mahşerde en muhtaç olduğu o yerde yüzüstü bırakılmış olur.

Ne mutlu, vermeyi alışkanlık haline getirip tüm muhtaçların imdadına koşan cömert ruhlu insanlara!




14 Ekim 2016

Kral'ım, Benim Hünerim Perde Kalktığı Zaman Ortaya Çıkar


Eski zamanlarda bir kral, bir resim yarışması yapmak istemiş. Bunun için o devrin iki usta ressamı çağrılmış. Onlara resim yapmaları için karşılıklı iki duvar verilmiş ve birbirlerini görmesinler diye de aralarına bir perde çekilmiş. Ressamlar başlamışlar işlerine. Birisi, duvara rengarenk manzaralar çiziyormuş. Motifleri bir harikaymış. Diğeri ise hiç resim çizmiyor sadece duvarı parlatıyormuş. Soranlara, benim hünerim perde kalktığı zaman ortaya çıkacak diyormuş. 

Karar zamanı gelmiş. Kral ilk önce duvara rengarenk resimler çizenin resmine bakmış. Çok beğenmiş.Diğer ressamın duvarında ise hiçbir şey yokmuş. Yalnızca parlak bir duvar varmış. Hayretle duvara bakan Kral'a, ressam, "Kral'ım hele bir perdeyi kaldırın, o zaman benim ustalığımı görürsünüz" demiş. Perdeyi kaldırmışlar. Perdeyi kaldırınca, ilk ressamın yaptığı resim, çok daha güzel bir şekilde karşı duvara aksetmiş ve neticede yarışmayı ikinci ressam kazanmış. Evet, duvar parlatılıp ayna gibi olunca karşısındaki resmi çok daha güzel bir şekilde kendisinde aksettirmiş.

Kalp Aynan Günden Güne Kararıyor

Evet, gelelim bu hikayeden çıkartılacak derslere;

Hikayedeki resim maddeye, cilalı duvar da manaya misaldir. Hepimiz, hayatta mal-mülk edinmeye ve bir yerlere gelmeye çalışırız. Yatırım yaptığımız şeyler, çoğunlukla bedenimiz ve onun arzuları olur. Ama hiç kalbimize yatırım yapmayı düşünmeyiz. Sonunda kalp aynası günden güne kararır ve artık görüntüleri göstermez olur. Oysa daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, beden süvarinin atı gibidir. Aslolan at değil süvari'dir. Süvari ise kalbimizdir. At yalnızca, süvariyi istenilen yere götürmek için vardır. Bizler, süvariyi bırakıp hep at ile meşgul olup yola niye çıktığımızı unutursak Sultanımızdan azar işitmez miyiz?

Oysa, süvarinin yapması gereken şey atına belini doğrultacak kadar yemini vermek ve hızla yoluna devam etmek olmalıydı. Bizler de beden bineğimize, ona yetecek kadar gıdasını vermeli ve tüm gayretimizle kalbimizin cilası için uğraşmalıyız. Harikalar ve sürprizler diyarı cennetteki nimetlerden tam manasıyla lezzet alma ancak cilalı bir kalp ile olur. Kalbin cilası da öncelikle bizi Yaradana inanma, O'nu tanıma ve O'nu delicesine sevmedir. Seven sevdiğine itaat eder ve sözlerini ikiletmez. Öyleyse bize düşen şey de, ağacın gölgesine ve bineğe çok takılmadan hızlıca yola devam ederek dostlar diyarına cilalı bir kalp ile varabilmektir.

Ne mutlu şu mihnetler diyarı olan dünya'yı gaye edinmeyip asıl yurt ve Dost peşinde koşturan bahtiyarlara!




13 Ekim 2016

Hayatta Başarı İçin Adanmışlık


Hepimiz hayatta başarılı olmak isteriz. Başarı, kimisi için iyi bir kariyer sahibi olma, kimisi için çok para kazanma, kimisi için de bir yarışmanın galibi olma anlamına gelirken bütün bu başarıların kazanılmasında hiç değişmeyen bir kural vardır. O da "adanmışlık duygusu"dur. 

Hayata bir takım eksi gibi görünen şeylerle başlayabiliriz. Fakir bir ailenin çocuğu olabiliriz, varoşlarda oturabiliriz veya engelli de olabiliriz. Ne olursak olalım eğer içimizde bir şeye adanmışlık duygusu varsa her şeyi başarabiliriz.

Haydi! Gemileri Karadan Yürütün!

Düşünün ki, Endülüsü fetheden Tarık Bin Ziyad gemileri yakıp ta geriye dönüş ihtimalini ortadan kaldırmasaydı o toprakları fethedebilir miydi?, hayatını bir ampülün yanmasına adayan Edison'da adanmışlık olmasa ampulü bulabilir miydi? Ya da karadan gemileri geçirecek kadar İstanbul'u fethetmeye adanmışlık Fatih Sultan Mehmet'te olmasaydı İstanbul fethedilir miydi?

Afrika'nın kara topraklarından çıkıp veya fakir bir ailede büyüyüp te başarılı olan nicelerini duymuşsunuzdur. Engelli olup ta adanmışlık duygusuyla ayaklarıyla resim çizip sergiler açan, sağlam insanların yapamadığı işleri yapanlar vardır.

Geçen gün televizyonda seyretmiştim. Gözleri görmeyen bir adam biçer döver tamirciliği yapıyordu ve o işi orada ondan daha iyi yapan kimse de yoktu. Demek ki adanmışlık engel, sınır tanımıyor. Adanmışlıkta, insan beyni o anda ne yapmalıyım? sorusuna değil de nasıl başarabilirim? sorusuna odaklanıyor ve kişinin kendini tümüyle bir şeye adadığı o anda kader de harekete geçiyor. Sonunda o kişi için başarı kapıları açılıyor.

Adanmışlığın son noktası ise ...

Kitabımızda da, nihai bir adanmışlık hedefi veriliyor ve bize "Rabbiniz tarafından bağışlanmaya ve genişliği yer ve gökler kadar olan Cennete yarışırcasına koşuşun" denilerek inanan insanların esas gayelerinin ne olması gerektiğine dikkat çekiliyor.

Ne mutlu, tüm engellere rağmen adanmışlıkla hareket edip hayatlarının amaçlarını gerçekleştirenlere!



12 Ekim 2016

Aşure'nin Hatırlattıkları


Değerli Okuyucularım,

Bildiğiniz gibi içinde bulunduğumuz ay hicri takvimine göre Muharrem ayı. Bu ayda birçok hadise olmuş. Benim dikkat çekmek istediğim şey ise aşure tatlısı.

Rivayetlere göre, Muharrem ayının onuncu günü Hz. Nuh (as), tufandan sonra karaya ayak bastığında elinde kalan malzemelerle aşure tatlısını yapmıştır.

Aşure tatlısı çok değişik malzemelerden yapılıyor. Fasulye, nohut, pirinç, toz şeker, buğday, ceviz, badem, fındık, kuru üzüm, çam fıstığı, kuru kayısı, nar, tarçın ve tabi ki su gibi çok farklı malzemeler bu tatlının yapımında kullanılıyor. Bu kadar değişik malzemenin birlik olup böyle bir uyum sergilediği ve muhteşem bir lezzet kattığı başka bir tatlı ben bilmiyorum.

Aslında bu tatlının bizlere verdiği bir takım dersler var. Ne kadar farklı düşüncede, inanışta, zenginlikte fakirlikte, mevkide makamda olursak olalım, bir araya gelip uyum sergileyebiliriz. İçine konan malzemelerin tatlarının farklı olması aşurenin tadını bozmayıp bilakis ona muhteşem bir aroma kattığı gibi, farklılıklarımız da çatışma sebebi değil aksine zenginliğimiz ve bize güç katan değerlerimizdir.

Zaten bu bahsettiğim şeyler bizim yabancısı olduğumuz şeyler değil. İçinde o kadar milletten, düşünceden, inanıştan insanlar barındırıp ta koca dünya'yı idare eden bir ecdada sahibiz. Bugün de devletler arenasında söz sahibi olanlara bakıldığında onlarında bu çeşitliliğe ve zenginliğe sahip oldukları, farklılıkları bir mozaik şeklinde görüp onun üstüne yarınlarını inşa ettiklerini görürüz.

Öyleyse gelin, farklılıklarımızı zenginliğimiz bilip, kimseyi ötekileştirmeden yürüyelim güzel yarınlara!






11 Ekim 2016

Bugün, Dünya Kız Çocukları Günü


Evet, bugün 11 Ekim, Dünya Kız Çocukları Günü. Kız çocuklarının yaşadığı ayrımcılıklara ve zorluklara dikkat çekilmesi için ülkemizin de gayretleriyle dünya'da böyle bir gün ilan edilmiş. Ben de bu vesileyle bir kız babası olarak düşüncelerimi ifade edeyim istedim.

Kız çocukları, şefkatin ve merhametin ete kemiğe büründüğü sembolleridir. Nezaketin, letafetin ve haya'nın en çok kendilerine yakıştığı birer şebnem tanesidir onlar. Hoyratlığın, zorbalığın, gücün egemen olduğu bir çağda, varlıklarıyla bizi sevgiye, merhamete çağıran, hayatı sadece maddi yanlarıyla değil de manevi yönleriyle de yaşamaya çağıran birer şefkat abidesidir onlar.

Peygamberin dilinde, ileride cennetin ayakları altına serileceği saadetli insanlardır onlar. Sevgi ve merhametle dopdolu kaselerini cömertçe diğer insanlara sunan, nezaketleriyle bizlere kaybettiğimiz inceliği hatırlatan, letafetleriyle bizlere tebessüm eden, maddeden ziyade manaya yakın duran, bedenimizin kalbi ve ruhu gibidir onlar. 

Maddenin ardında var olan manaya dikkat çeken, sevgisiz ve merhametsiz bir dünya'ya karşı kollarını açıp burası çıkmaz sokak diyen, insanlığın kurtuluşunun madde'de değil manada olduğunu haykıran minik kalplerdir onlar.

Velhasıl, erkek çocuklarıyla birlikte bir anne babanın canlarının yongası, göz bebekleri ve evlerinin neşesidir onlar. 

Kız çocuklarımız ne kadar güçlü olursa, ne kadar yarınlara güvenle bakabilirse, toplumda o kadar güçlü olacak ve yarınlara emin adımlarla yürüyecektir.

Öyleyse gelin, bu minik kalplere sahip çıkalım, bu çiçekleri susuz bırakmayalım, onları bugünlere göre değil yarınlara göre yetiştirelim. Aksi takdirde, içinde yaşadığımız şu dünya, içinde sevginin ve merhametin olmadığı bir çöle dönecektir.


9 Ekim 2016

Hey Arkadaş! Misket Oynamayı Bırak Artık


Hepimiz yaşadığımız çağın çocuklarıyız. İçinde bulunduğumuz zamanda insanlar en çok ne ile uğraşıp neyin peşinde koşturuyorlarsa bizlerin de hayatını onlar oluşturuyor. Bence, insanın bu noktada durup şöyle düşünmesi gerekiyor. Acaba, şu anda gittiğim yol ve yaşam tarzı beni sonsuza kadar mutlu edecek mi? Evim, arabam ve herşeyim var. Ama bunlar ebedi mutluluğu yakalama adına yeterli mi?

Evim, arabam, param ve mevkim bunların hepsi dünya hayatına bakan şeyler. Öbür tarafta bunlar geçerli şeyler değil. Hep şu 70-80 senelik fani yaşantım için yatırım yaptım. Gecemi gündüze kattım. Her gün saatlerce bunları elde edebilmek için uğraştım. Oysa, 15 senesi çocuklukta, 3 te biri uykuda, 3 te biri de işte güçte geçen bir hayatta evin, arabanın ve paranın sefasını sürmek için bana 15-20 sene ya kalıyor veya kalmıyor. 

Halbuki, alemlerin içinde dürülü olduğu ben, güneşin, havanın, suyun, toprağın emrime verildiği ben, hayvanların ve bitkilerin boyun eğdiği ben, bu kadar paha biçilmez hislerin ve duyguların verildiği ben yalnızca 70-80 senelik dünya hayatında 15-20 sene keyif sürmek için yaratılmış olamam.

Karıncaların, arslanların hayatlarını araştırmak için yıllarını veren bizlerin şu dünyada bulunuş amacımızı araştırmak için biraz zamanımızı vermemiz gerekmez mi?

Akıllı Kişi O'dur ki....


Akıllı kişi, dünyada kalacağı 70-80 yıllık bir ömür için değil ahirette kalacağı sonsuz hayata göre yatırım yapandır. Bir bulanık damlayı değil okyanusu hedefleyendir. Yalnızca midesini değil kalbini ve ruhunu da doyurandır. Yıkılıp gidecek eve, partallaşacak elbiselere, sonunda kokacak yemeklere takılıp kalan değil onunla ebediyen birlikte olacak kalbi ve ruhu sürekli geliştirmeyi hedefleyen bir insandır.

Öyleyse gelin, çıktığımız şu uzun hayat yolculuğunda kısa bir müddet dinlendiğimiz ağaç gölgesine takılıp kalmayalım ve dostlar ve güzellikler yurdu olan cennete girebilmek için koşturalım.






7 Ekim 2016

Mandıra Filozofunun Hatırlattıkları


Geçenlerde televizyonda Mandıra Filozofu adlı filmi seyrediyordum. Orada geçen bazı cümleler üzerine düşündüm. Aklıma gelen şeyleri sizlerle paylaşıyım istedim. Önce filmden bir alıntı yapayım;

"İnsanlık çok ilerledi. Uçak yolculuğu ile çok daha hızlı seyahat ediyoruz. Eskiden 3 günde gidilen yol artık 50 dakika sürüyor. Aslında olan ömürden kaybedilen 3 gündür. Altınızda bulutlar, bulutlar üzerinde hoop bodrum. Halbuki, Biga'yı görmedin, Ezine peyniri almadın, Ayvalık'ta ..... balık yapmadın, İzmir'de boyoz yeyip güneşi batırmadın ve bu ilerleme öyle mi?"
Hepimiz hızlı bir çağda yaşıyoruz. İnsanlar sürekli bir şeylerin ardından koşturuyor. Ben yaşadığım Bandırma'dan Ankara'ya geldiğim günlerde insanların caddelerde hızlı hızlı yürüdüklerini, bir yerlere koşturduklarını görünce çok şaşırmıştım. Çünkü önce yaşadığım yerde durum böyle değildi. Daha sakin yaşanıyordu hayat. Şimdilerde ise ben de bu hızlı yaşama ayak uydurmuş durumdayım ne yazık ki.

Hayatın tadını, yazları çıktığımız bir kaç haftalık tatillere sığdırmış durumdayız. O tatillere de bir an evvel gidip tatilin keyfini çıkarmak isteriz. Oysa, yukarıdaki replikte de belirtildiği gibi yoldaki güzelliklerin farkına varmadan, vardığımız yerde de televizyonu, telefonu, interneti ihmal etmeden bir tatil geçiririz veya geçirdiğimizi zannederiz. Eve döndüğümüzde de dinlenerek değil daha yorularak dönmüş oluruz.

Oysa, tatil, doğayla tamamen başbaşa, her türlü teknolojiden uzak, kendimizi dinleyerek, doğanın ağacında, börtü böceğinde, dağında, ırmağında huzur bularak geçirilmelidir bence. 

Hayatta yollarda geçirdiğimiz zamanlar hiç te az değildir. Gerek okula, gerek işe, alışverişe gerekse de tatile giderken ömrümüz yollarda geçer. Hepimiz sadece gideceğimiz yerlere odaklanıp yolun bir an evvel bitmesini isteriz. Halbuki, o yollar gidilirken insan biraz sağına soluna bakınsa, doğanın güzelliklerini görse, bir güzellik gördüğü zaman özçekim yapmadan, fotoğraf çekmeden orada durup sadece o anı yaşasa, bir yöreden geçiyorken o yörenin yemeklerinden, lezzetlerinden tatsa ne güzel olurdu değil mi?

Evet, gelin hayatımızı arada bir pause tuşuna basarak yavaşlatalım. Yaşarken, içinde var olduğumuz doğanın farkında olalım. Çünkü hayat bir rüzgar gibi uçup gidiyor.




5 Ekim 2016

Dikkat Et! Yediğin Bal Zehirli


Değerli Okuyucularım,


Bu blogumda sizlerle genellikle gündelik hayatın gelip geçici meselelerini değil de ebedi hayatımızı ilgilendiren konuları ele almaya çalışıyorum. 70-80 senelik hayatımızı ilgilendiren gündelik meseleler dünya ile beraber gidecektir ama ebedi hayatımızı ilgilendiren konular bizi ebedi saadete götüren birer binek olacaktır. İnsan için önemli olan da budur bence.

Köşk mü İstersin Oyuncak mı?

Size, yanıbaşınızda şöyle bir oyuncak var. Şurada da sizi bekleyen muhteşem bir köşk var desem herhalde oyuncak yerine köşke doğru koşarsınız. Ama insanların günümüzdeki hallerine ve yaşantılarına bakılacak olursa çoğu kişinin oyuncak mesabesinde olan dünya'yı tercih ettiğini görürüz. Oysa, peşinden koştuğumuz dünya bizi bırakıp gitmektedir. Her kutladığımız doğum günü bizim bir yıl daha yaşlandığımızı, kabre bir adım daha yaklaştığımızı söylemektedir. Kabristanlarda şu anda dünya'da yaşayan insanlardan kat be kat daha fazlası yatmaktadır ve işin garip noktası da şu ki yerin altındakilerin pişman olduğu şeyler için yerin üstündekiler birbirini kırıp geçirmektedir.

Rabbimiz, Kur'an'da "Dünya hayatı ancak oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hala akıllanmayacak mısınız?" (En'am Suresi 32. ayet meali) demekte bizi dünya hayatının oyun ve eğlence ahiret hayatının ise daha hayırlı olduğunu düşünmemiz konusunda aklımızı kullanmaya çağırmaktadır.

Dünya zehirli bal gibidir. İnsan ondan tattıkça daha da yemek ister ama o zehirli balın kendisini adım adım ölüme götürdüğünün farkında değildir.

Yazılı Yapıyorum Çıkarın Kağıtları

İnsan, dünya'dan elbette ki nasibini almalı ama nasibini aldıktan sonra tüm gücüyle ahiret yurdunu kazanmak için uğraşmalıdır. Nasıl ki, bir öğretmen öğrencileri yazılı yapsa ve onlara dese ki yazılının süresi belli değil her an kağıdınızı alabilirim. O ana kadar cevapladığınız sorulara göre ya kalacaksınız ya da geçeceksiniz dese herhalde tüm öğrenciler hemen yazılı kağıtlarını sağa sola bakınmadan cevaplamaya girişirlerdi.

İşte insanın da ebedi hayatının Cennette mi yoksa Cehennemde mi geçeceği bizim için süresi belli olmayan şu dünya imtihanında vereceği cevaplara bağlıdır. Öyleyse, gündelik meselelere çok takılmadan, dünya'nın ancak bir oyun ve eğlence olduğunu aklımızdan çıkarmadan Rabbimizin bize verdiği ömür sermayesini O'nun rızasını ve cenneti peylemekte kullanmalıyız.

Ne mutlu ölmeden önce uyanıp hakiki Dost ve yurt için çaba gösteren akıllı insanlara!






3 Ekim 2016

Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur mu?


Hemen farketmişsinizdir bugünkü konu başlığım Kitabımızın bir ayetinden alınma. Kitabımızda bir ayet olacak kadar önemli olan bu konuyu isterseniz birlikte irdeleyelim.

Rabbin Adına Oku!


Bildiğiniz gibi Peygamber Efendimiz (SAV)'e ilk inen ayet "Oku" diye başlar. Amaç, bir kitap gibi muntazam yazılmış kainatın okunması, onun küçük ölçeği olan dünya'nın okunması ve nihayetinde insanın okunmasıdır. Bütün bu okumalar da "Oku"nun hemen ardından gelen "Yaratan Rabbinin adıyla" yapılırsa doğurgan olur ve bir salih daire teşkil eder. Aksi takdirde insan Rabbisi adına değil de nefsi adına okumalar yaparsa oradan fasit daire doğar ve okumalar kısır kalır.

Dolayısıyla insan okumasını ve bilgi edinmesini öncelikle Rabbisi adına yapmalıdır. Her öğrendiği bilgi, Rabbisi hakkında marifetini artırmalı, O'nun sanatını takdir ettirmeli ve hayretle secdeye vardırmalıdır. Böyle olmayan bir bilginin sahibinin üstünde yük olacağına kuşku yoktur.

Günümüz teknolojisinden örnek verecek olursak; hepimiz yeni çıkan cep telefonlarını merakla inceler, özelliklerini kurcalar ve hayranlıkla bakarız. Özellikleri karşısında küçük dilini yutanlar da vardır. Oysa beynimiz cep telefonlarından o kadar üstün ki. Bir duman kokusunu duyup yıllar önce köyde kaynayan kazanın altındaki ateşin kokusunu hatırlatan, bir guguk kuşunun ötüşünü duyup ta yine yıllar öncesinde köyde uyurken o guguk kuşlarının ötüşünü anımsatan bir beynimiz var bizim. İnsan böyle düşünüp herşeyden Rabbisine giden bir yol bulmalıdır. Baktığı, dokunduğu, duyduğu, öğrendiği herşeyi Rabbisi adına yapmalı ve O'nun sanatı ve isimleri hakkında bilgisini sürekli artırmalıdır.

Hayatta Öğrenebileceğin En Önemli Bilgi...


Bir insanın şu dünya'da öğrenebileceği en önemli bilgi, mühendislik, doktorluk veya başka bir meslek bilgisi değil kendisini yaratan Rabbi'sini isim ve sıfatlarıyla tanıma bilgisidir.

Bize, az ileride bir saray var ve sahibi o sarayı kendi beceri ve ilmine göre dizayn etmiş sen de ömrünün sonuna kadar orada yaşayacaksın dense herhalde hepimiz o sarayın sahibi hakkında herşeyi öğrenmeye ve onu sevmeye çalışırız. Çünkü mutluluğumuz o saray sahibini tanımaya bağlıdır. Bir insanın alacağı hakiki lezzet midesinin değil ruhunun aldığı lezzettir.

Düşünün ki cennetteyken O'nun sahibini tanımıyorsanız, cennetteki O'nun rahmetinin, kudretinin, ilminin ve sair isimlerinin yansımalarını göremiyorsanız cennet size sadece midenizin ve duyu organlarınızın vereceği kadar lezzet verecektir. Ama asıl lezzeti, oranın sahibini bilen,tanıyan ve seven kişi alacaktır.

Bir rüyada cennette sofra başında birisini görmüşler. Ona bir başkasını sormuşlar. Demiş ki o her daim Allah'a bakıyor. Yani o, O'ndan lezzet alıyor. Diğeri sofradaki yiyeceklerden midesi yönüyle lezzet alırken diğeri ise Allah'ın cemalini seyretmekten ruhu ile eşsiz bir lezzet alıyor. 

İnsan elbette dünya hayatını devam ettirmek için de bilgi öğrenecek ama her öğrendiği bilgiyi Rabbisi adına yorumlamayı da ihmal etmeyecek ve öğrendikçe Rabbisini daha çok sevecek, o sevgiyi yaşantısına kulluk olarak aksettirecek ve ötelere giderken kendisine "Ey itminana ermiş nefis! Dön Rabbine O senden razı, sende O'ndan" denilecektir. 

Ne mutlu bilgiyi yalnızca dünyalık için değil dünya'nın Sahibi adına öğrenenlere!








1 Ekim 2016

Azmine Sarıl Sımsıkı Bak Ne Olursun


Değerli Okuyucularım,

Bugün sizlerle hayatta başarılı olmak isteyen bir insanın sahip olması gereken en önemli özelliklerden olan azim konusunu ele alacağım. Eğer bu özelliğe sahip olabilirsek hayatta ne kadar yenilgi yaşarsak yaşayalım her defasında yerimizden doğrulmasını bileceğiz.

Azimle Yukarılara Tırman

Hepimiz, büyük ve başarılı insanların geldikleri yerlere hayranlıkla bakar keşke bizlerde onların yerinde olsak diye düşünürüz. Oysa o insanlar geldikleri yerlere bir anda gelmiş değillerdir. Onlar, diğerleri uyurken geceleri azimle yukarılara tırmanmaya çalışan insanlardır.

Bir insan kabiliyetli olabilir. Ancak onda azim yoksa başarılı olmasına imkan yoktur. Buna siz de tanıklık etmişsinizdir. Okuldayken çok kabiliyetli arkadaşlarım vardı. Ama azimleri olmadığı için bir yerlere gelememişlerdi.

Bir insan eğitimli de olabilir. Dünyamızda başarısız eğitimli insanlardan epey var. Ama başarıyı getiren şey salt eğitim değil azim ve ısrardır.

Kurbağa Gibi Azimli Ol

Size bu konuda güzel bir hikaye anlatayım;

Nasıl olmuşsa iki kurbağa süt dolu bir kabın içine düşmüşler. Ne kadar çırpınsalar da bir türlü kabın içinden çıkamamışlar. Kurbağalardan biri ümitsizliğe kapılarak "ne yaparsam yapayım buradan kurtulamam" deyip kendini kabın içine bırakmış ve boğulmuş.

Diğer kurbağa ise azmini hiç yitirmemiş. Sürekli zıplamış ve bağırmış. Belki biri gelir beni kurtarır diye düşünmüş. Bayağı bir müddet böyle zıpladıktan sonra tam ümidini yitiriyormuş ki içinde zıpladığı süt, çalkalanmadan sebep kaymak bağlamış. Kurbağa da o kaymağın üstünde kalarak batmaktan kurtulmuş ve sıçrayarak kendini dışarı atıvermiş.

Ne mutlu her türlü zorluğa rağmen azmine sımsıkı sarılıp hayat mücadelesinden vaçgeçmeyenlere!




29 Eylül 2016

Dilediğine Mülkü Verir Dilediğinden de Çeker Alırsın


Değerli Okuyucularım,

Birgün Kitabımızın manasını anlamak için meal okurken "De ki:Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın!...." ayet meali ile karşılaştım. Bu ayeti bir tefekkür edeyim dedim. Zira günümüzde insanların en çok karşılaştığı şeylerden birisi mal kazanmak veya kaybetmek olduğu için bu ayetten çıkacak mana hüzmesinin hepimiz için önemli olduğunu düşündüm.

Fakirlik ve Zenginlik Allah'ın Dilemesine ve İradesine Bağlıdır

Hayatta insanın başına birçok şey gelir. Çoğu insan mal kazanmayı veya kaybetmeyi sebeplere bağlayıp "bu malı ben kendi bilgi ve tecrübemle kazandım veya şundan dolayı malımı kaybettim" diye düşünür. Bu yanlış bir bakış açısıdır. Malı veren de alan da bizzat Allah'tır. Hatırlayın, Karun da nankörlük ederek bu malı ben kendi bilgimle kazandım demiş ve sonunda kaybedenlerden olmuştu.

Allah, öncelikle bizi yoktan var etmiş, bizi biz yapan maddi ve manevi değerlerimizi O bahşetmiştir. Akıl, kalp, ruh, beş duyu organımız hep O'nun lütuflarıdır. 

Güneşin, havanın, suyun, toprağın ve kendimizin velhasıl herşeyin O'nun olduğu bir alemde insanın bu malı ben kendim kazandım demesi Rabbisine karşı nankörlük olmaz mı?

Öyleyse İnsanlara Değil Allah'a Yönel

Fakirlik için de durum böyledir. İnsan malı-mülkü elinden gittiği zaman şöyle düşünmelidir; "bu malı bana O vermişti yine O aldı. Mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Bana ne oluyor ki O'na bu işinden dolayı şikayette bulunayım. Bana annem ve babamdan çok daha fazla merhametli olan Rabbim bu malı benden almışsa bunda benim için bir hayır var demektir. Öyleyse bana düşen güzelce bir sabır göstermektir"

İnanan bir insan şuna katiyetle inanmalı ki; yeryüzündeki bütün insanlar toplansa Allah dilemedikçe ona bir üzüm çöpü bile veremezler ve yine aynen hepsi toplanıp ta ondan bir üzüm çöpü almaya kalksalar O dilemedikçe yine alamazlar.

İnsan buna inandığı zaman, hayatındaki sıkıntılar, yokluklar gulyabanilikten çıkıp onu cennete ve Allah'ın rızasına kazandırmaya götüren munis birer bineğe dönüşür.

Ne mutlu Mevlasının icraatlarına bakıp ta "Kahrın da hoş lütfun da hoş" diyebilen bahtiyarlara!









27 Eylül 2016

Rabbim Beni Müslüman Olarak Vefat Ettir ve Salihlerin Arasına Kat


Okuyucularıma bu başlık bir yerlerden çağrışım yapacaktır. Evet, bildiniz. Hz. Yusuf (as)'a ait bu sözler. Bugün bu sözler birden aklıma geldi. İçinde biraz tefekkür kazısı yapıyım dedim. Ortaya çıkan mana cevherlerini sizinle paylaşıyım istedim;

Bu Dünya'dan Daha Saadetli Bir Yer Var

Bildiğiniz gibi kitabımız Kur'an'da Yusuf suresi en güzel bir kıssa olarak geçer ve Hz. Yusuf (as)'ın başından geçenleri bizlere ders verecek şekilde hikmetli olarak anlatır. Hz. Yusuf (as) başından çok gaileler geçmiş ve çetin imtihanlarla karşı karşıya kalmıştır. En sonunda ise Mısır'a aziz olmak, annesi-babası ve kardeşleriyle görüşmek gibi en saadetli bir anda ise Rabbisinden vefatını isteyerek adeta bizlere şöyle bir ders vermektedir;

Demek ki şu Dünya'dan daha saadetli, lezzetli ve ferah bir yer kabrin arkasında var ki Hz. Yusuf (as) gibi hakikatleri gören bir zat o gayet lezzetli dünya içinde gayet acı olan vefatını istedi ki öteki saadete kavuşabilsin.

En Bahtiyar O'dur ki Dünya İçin Ahiretini Unutmasın

Madem ki Hz. Yusuf (as) diliyle bu Dünya'dan daha saadetli bir yer var öyleyse insan bu Dünya'da ne kadar lezzetli bir hayat yaşarsa yaşasın orasını istemeli ve ancak müslüman olarak ölmeye ve salihlerin arasına girmeye bakmalıdır. Dünya'daki durumumuz lezzetli değil de acılı da olabilir şu an. Böylesine acılar ve ızdıraplar da bize Dünya'nın karar yeri olmadığını, buraya bağlanılmaması gerektiğini,esas yurt ve Hakiki dostun peşinde koşulması gerektiğini bize ikaz eder.

Öyleyse, "Dünya hem fani hem ömrü kısadır. Hem lüzumlu işler çoktur. Hem ebedi saadet burada kazanılacaktır. Hem dünyevi dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Öyleyse en bahtiyar insan o'dur ki Dünya için ahiretini unutmasın, faydasız işlerle ömrünü heder etmesin, kendini şu Dünya'da misafir olarak düşünüp bu hane sahibinin emirlerine göre hareket edip selametle kabir kapısını açsın ve Cennete girsin"

Ne mutlu şu Dünya'nın geçici güzellik ve lezzetlerine aldanmayıp Hakiki yurt ve Dost'a gözünü diken bahtiyar insanlara!!!


25 Eylül 2016

Biz Dünya'dan Gider Olduk


Geçen Kurban Bayramı sebebiyle rahmetli abimin kabrini ziyarete gitmiştim. Size daha önce anlatmıştım. Abim kanser hastalığı sebebiyle 38 yaşında ayrılmıştı aramızdan ve vefat edeli de 6 sene oldu. Seneler ne de çabuk geçiyor. Baktım, kabristanda son mezar olan abimin mezarından sonra o kadar çok mezar olmuş ki. Binlerce mezar olmuş. Gelen gitmiş bu Dünya'dan. Kimse karar kılmamış bu fani yurtta.

Öyleyse Ötelere Hazırlık Vaktidir Şimdi

Bizler belki de şu yaşlı dünyanın son çocuklarıyız. Ancak, sona yaklaştıkça daha da cazipleşen Dünya'nın peşinden koşturan insan o kadar çok ki. Bazen, bir zamanlar ünlü olan insanların şu anki hallerini gösteriyorlar. O kadar çok yaşlanmışlar ki. Yüzleri kırış kırış olmuş. Belleri bükülmüş, gözleri görmez, kulakları duymaz olmuş. Zaman onları ne hale getirmiş. Zamanlarında binlerin peşinden koştuğu o insanları bugünlerde kimse arayıp sormaz olmuş.

Hiç kuşkunuz olmasın eğer ömrümüz varsa bizim de halimiz onlar gibi olacak. Şu genç, ter ü taze halimiz gidecek yerine kırış kırış bir cilt gelecek. Ne kadar gençleşmeye çalışsak ta içimizde sürekli çalışan yaşlılık saatini durduramayacak ve kabre yaklaşacağız.

Öyleyse, akıllı insana yakışan şey, devekuşu gibi başını kuma gömerek gerçeklerden kaçmak değil bilakis gerçeklerle yüzleşerek ötelere hazırlık yapmaktır.

Ahiret İçin Ne Hazırladın???

Başını sokacağı ve en fazla 40-50 sene oturacağı bir evi alabilmek için yıllarca gece gündüz çalışan bizlerin, ebediyen oturacağımız saraylar için gayret göstermememiz ve en azından günde birkaç saatimizi buna ayırmamamız hiç mantıklı olur mu? Diğer insanlara aklımızla caka satan bizlerin Allah dostlarının yurdu olan cennet için ve hele de onun sahibi Allah rızası için çalışmaması ne kadar da gariptir.

Ne mutlu şu Dünya'nın fani ve sahte güzelliklerine aldanmayıp gözünü ebedi ahiret yurdunun inci ve mercanlarına dikenlere!!!