31 Ağustos 2016

Hayat Gemisi


Hayat Gemisinde Yolculuk

Gelin bugün sizlerle "Hayat Gemisinde Yolculuk" edenlerle ilgili düşündürücü bir hikaye paylaşalım ve sonunda almamız gereken dersleri çıkaralım;

Haydi Adaya Yanaşıyoruz!!!


Vaktin birinde büyük bir gemi içindeki yolcularla birlikte bir adaya yanaşır. Geminin kaptanı yolculara seslenir; "Ada'da en acil ihtiyaçlarınızı görün, fazla zamanımız yok geminin sireni çalınca hemen kalkacağız". Yolcular Ada'ya inerler. İlk grup yolcular Ada'da en acil ihtiyaçlarını görüp hemen gemiye geri dönerler. Dolayısıyla gemideki en iyi yerlere onlar otururlar.

İkinci grup yolcular ise Ada'nın güzelliklerine takılıp orada biraz eğlenirler, geminin sirenini duyunca hemen apar topar gemiye koşarlar ve zorlukla gemiye binerler. Önceki yolculara göre biraz orta sınıf yerlere otururlar.

Son grup yolcu ise, Ada'nın güzeliklerine o kadar çok dalarlar ki geminin sirenini hiç duymazlar ve Ada'daki vahşi hayvanlara yem olurlar.

Peki, Sen Hangi Gruptansın?


Evet, şimdi bu hikayedeki yolculara biraz göz atalım; ilk grup yolcu şu dünya gemisinin kaptanının sözüne kulak kesilip dinlerler ve mükemmel bir kulluk yapıp O'nun hoşnutluğunu kazanırlar. Dolayısıyla en yüksek cennetler de onların olur. 

İkinci grup yolcu ise, dünyanın güzelliklerine takılırlar, kulluklarını tam yapamazlar, bazen itaatkar bazen de asidirler. Ama kaptanın sözünü bir şekilde dinlemişlerdir. Sonunda onlar da cennetlerde kendilerine yer bulurlar.

Son grup yolcu ise dünya gemisinin sahibinin sözünü hiç dinlemezler. Bunlar Allah'a inanmayan insanlardır. Tamamen dünyaya dalıp gitmişlerdir. Dolayısıyla kulluk ta yapmazlar ve sonunda Allah'ın gadabını kazanıp ötelerde bedbahtlık yurduna giderler.

Ne Mutlu Onlara!!!


Ne mutlu Dünya'nın bir imtihan yeri, bir kabiliyetleri geliştirme yeri, yaratıldığı konumunun hakkını verme yeri ve az bir gölgelik yeri olduğunu bilip ona göre yaşayanlara!!! 




30 Ağustos 2016

Hayatta Bayram


Hayat ve Bayram

Evet, bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı. Tüm milletimizin ve devletimizin Atatürk'ün önderliğinde bir varlık mücadelesi vererek kazandığı bu zaferi hepimize kutlu olsun. Devlet ve milletlerin böyle zafer ve bayramları olduğu gibi fertlerin de aslında bayramları vardır ve ben bugün biraz bundan bahsetmek istiyorum.

Yazılı Var Çocuklar

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi hepimiz buraya sınanmak, kaç ayar olduğumuzun ortaya çıkması ve O'na kulluk etmek için gönderilmişiz. Her insan hayatında farkında olsun veya olmasın bunun mücadelesini verir. Ne demektir bu? Gelin bir misalle akıllara yaklaştıralım bu meseleyi;

"Öğretmen bir gün bizi sınıflara doldurur ve üstünde bir takım yazılar olan kağıtlar verir elimize. Kimimiz bakar kağıtlara ve bunun bir yazılı olduğunu anlayarak hemen soruları cevaplamaya girişir. Kimisi de çok aldırış etmez sorulara. Sağına soluna bakınır. Ancak sonunda bitiş zili çalar ve öğretmen herkesten kağıtlarını alır. Soruları doğru cevaplayanlar geçmiş, aldırış etmeyenler ise kalmıştır"
Hayat ta böyledir aslında. Allah'ın elçisi ve kitabımız bize bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu bildirmiş ve yapmamız gerekenleri anlatmışlardır. İnsanın elinde gerekli donanım da vardır. O sözlere kulak verenler ve donanımlarını iyi yolda kullananlar imtihanı başarıyla geçmiş ama o sözlere aldırış etmeyenler ve donanımlarını O'nun yolunda değil de nefislerinin istikametinde kullananlar ise imtihanı ne yazık ki kaybetmişlerdir.

Donanımı O'nun Yolunda Kullanmak

Evet, O'nun verdiği gözü O'nun eserlerini görmek ve tefekkür etmekte kullandığımız zaman, mesela bir ağaca baktığımız zaman, 

"Allah'ım şu ağacı ne muhteşem yaratmışsın. Şu ağaç çamurlu su yediği halde ne güzel tatlı, renkli meyveler vermiş. Dalları, dallardaki yaprakları ne kadar da dengeli dağılmış. Bizi hiç görmediği halde damak tadımıza uygun meyveleri nasıl da vermiş? der ve bütün bunların ancak yüce Yaratıcının eseri olabileceğini anlayarak O'nun hakkındaki bilgisini artırmış olur"
bütün diğer donanımı aynı şekilde kullanır.Bir kuşun tatlı ötüşünü duyduğu zaman küçücük bir kuştan o tatlı nağmelerin nasıl çıktığına hayret eder ve bunun ancak Allah'ın bir eseri olduğuna inanarak O'na hamdeder.

Bayramın Kutlu Olsun

Hayat bu iklimde böyle yaşanıp ötelere böyle gidildiği zaman esas bayramımız mahşerde olacaktır. Melekler ona teşrifatçılık yapıp ona "bayramın kutlu olsun" diyeceklerdir.

Ne mutlu o gün böyle bir bayram yaşayanlara!!!


29 Ağustos 2016

Hazır mısın Ruhunun Fotoğrafını Çekmeye?


Ruhunun Fotoğrafını Çekmeye Hazır mısın?

Hepimiz fotoğraf çekinmişizdir. Hem de yüzlerce defa. Peki ya ruhumuzun fotoğrafı, onu çeken hiç var mıdır acaba? Gelin bugünkü yazımızda bunu konu edelim ve bunun niye önemli olduğunu anlatmaya çalışalım;

Fotoğraf Çek Ama Kimi?

Fotoğraflarımızda hepimiz güzel ve yakışıklı görünmeyi isteriz. Bunun için de üstümüzü başımızı düzeltiriz. Saçlarımızı tarar ve makyaj yaparız. Böylece bedenimizin güzel görüneceğini umar fotoğrafta ne kadar iyi çıkarsak o kadar mutlu oluruz.

Ancak hiçbirimiz asıl bizi biz yapan, manevi değerlerimizin kaynağı, bize ismimizle seslendikleri zaman aslında ona seslendikleri ruhumuzun bir fotoğrafını çekmemişizdir belki.Peki bunu nasıl yapacağız? Hadi hepimiz elimize manevi bir fotoğraf makinesi alalım ve ruhumuzun fotoğrafını çekelim şimdi.

Fotoğrafta Göreceklerine Hazır mısın?

Evet, fotoğrafımızı çektik ruhumuzun resmine bakıyoruz. O da ne, resmin bir tarafında bencillik görüyoruz. Hayatın sadece bizim etrafımızda döndüğünü düşündüğümüz için bencillik çok parlak gözüküyor fotoğrafta. Bir tarafında da flu bir cömertlik var. Fluluk var, çünkü insanlar görsün ve desinler diye cömertlik yapmışız. Biraz merhamet varmış gibi gözüküyor ama çok parlak değil. Çünkü bizler merhameti sadece karşılıklı menfaat üzerine kurmuşuz. Resmin her tarafını kaplayan bir dünya sevgisi gözüküyor. Uzun yaşama arzumuz, hiç ölmeyecekmiş gibi hırslarımızın peşinde koşuşumuz resmin her tarafına sirayet etmiş. Bir tarafta ta şöhret tutkumuzu görüyoruz. Herkes tarafından bilinme ve alkışlanma arzusu, evet o da resimde kendine parlak bir yer bulmuş.

"Rahmetli abim akciğer kanseriydi. Kanser olduğunu geç farkettik. Doktorlar ciğerlerinin röntgenini çektikleri zaman kanserin akciğerin büyük bir kısmını sardığını ve kalbe baskı yaptığını farkettiler. Hemen radyoterapi başlattılar. 3 haftalık yoğun bir terapiden sonra baskıyı ancak hafifletebildiler. Yoğun tedavi devam etti ancak abim 3 yıl dayanabildi kansere ve 38 yaşında ayrıldı aramızdan"
 Evet, kanser daha erken farkedilebilseydi belki durum daha farklı olurdu. İhtimal, daha uzun yaşayabilirdi. Fakat kanser, onun sadece dünya hayatını tehdit ediyordu. Hastalıklı ruhumuz ise bizim ebedi hayatımızı tehdit ediyor. Düşünsenize yukarıda fotoğrafını çektiğimiz ruhumuzla ötelere gidersek o ruhun asıl Sahibine nasıl hesap veririz?

İnsan Bedeniyle Değil Ruhuyla İnsandır

İnsanı insan yapan şey bakımlı bedeni değil ruhudur. Bedenimizdeki madenleri toplayıp satsak çok bir şey tutmaz. Ama manevi değerlerle donanmış bir ruh dünyalar kıymetindedir onu Yaratanın gözünde. Buradaki bedenimiz bize son nefesimize kadar eşlik eder. Ruhumuz ise ebediyete kadar. 3 günlük dünya hayatında bedenimize gösterdiğimiz özeni bizimle sonsuza kadar beraber olacak ruhumuza niçin göstermiyoruz? Niçin yukarıda bir kısmını saydığımız manevi hastalıkların tedavisi için zaman harcamıyoruz? 

Haydi gelin son nefes gelmeden evvel ruhumuzu tedavi edelim ve ruhumuzun Sahibinin hoşnutluğunu kazanalım.







27 Ağustos 2016

Bir Yolcudur İnsan Şu Hayatta


Modern zamanlarda yaşayan bizler işlerimizin yoğunluğu ve çeşitliliği, karşılaştığımız sıkıntı ve sorunlardan olsa gerek pek hayatın derin anlamı üzerinde düşünmeyiz. Oysa hayat yolculuğuna çıkmış bir yolcunun varacağı yere göre sık sık bir durum tespiti yapması gerekir. Varış noktasına ne kadar kaldı ve durumum nedir diye?

Efendi ve Hizmetçisi

Vakti zamanında, bir hizmetçisine efendisi bir at ile bir miktar para verip İstanbul'a bir ticaret için gitmesini emreder. Hizmetçi atı ve parayı alıp yola koyulur. O hizmetçi o atı çok sever. Yol azığı olarak kendisine verilen paranın hepsini o at için harcar ve gerektiğinden fazla o atla vakit geçirir. Sonunda İstanbul'a varıp ticareti yapamaz ve Efendisi ona ceza verir.

Evet bu hikayeden yola çıkarak kendimize baktığımız zaman acaba nefis bineğine çok zaman ve para harcayıp hedefimizi unutuyor muyuz yoksa o binek ve paranın bize emaneten verildiğinin farkına varıp hayatı ona göre yaşıyor muyuz.

Zaman Değişir Ama Amaç Asla Değişmez

İnsanların yaşadığı zamanlar değişir. Kimimiz ilk çağlarda yaşamıştır kimimiz de orta çağda. Kimimiz de şimdilerde olduğu gibi modern zamanlarda. Yaşadığımız çağ ve çevre ne kadar değişirse değişsin değişmeyen bir şey vardır o da bu dünyada bir yolcu olduğumuz gerçeğidir. Yolcu niye yola koyulmuşsa binekle çok oyalanmadan yoluna devam etmesi gerekir ki Efendisi ona ceza vermesin.

Oysa zamanımızdaki insanlara baktığımız zaman hep nefis bineğinin ihtiyaçlarıyla ilgilendiklerini ama Efendilerinin emrini unutur gibi yaşadıklarını görüyoruz. Herşey nefis bineği etrafında dönüyor adeta. Ama o bineğin Asıl Sahibini ve emrini ise düşünen yok gibi geliyor bana.

Damlayla Meşgul olup Okyanusu Unutmayın

Oysa Ahiret Okyanusunun büyüklüğü yanında ancak bir damla kadardır Dünya. Okyanuslarda yüzmek için yaratılan insanın bir damlada boğulması ne kadar acıdır. Az bir gayretle az ötedeki okyanusa ulaşabilecekken elindeki bir damlayla yetinmesi ne kadar hüzün vericidir. Kabiliyetler bakımından tüm varlıkların üstünde yaratılan insanın bu konumunu değerlendiremeyip tüm varlıkların altına düşmesi ne kadar acıklıdır.

Evet, gelin bir damlaya takılıp kalmadan ne amaçla yolculuk ettiğimizin farkında olup ebedler yurdunda mutlu ve huzurlu yaşayalım.






24 Ağustos 2016

Güzelliklerin Asıl Sahibi


Herşey O'ndan

Modern zamanlar, insanın hayatına getirdiği teknolojik kolaylıklar yanında insanı sürekli meşgul etmekle onun çevresindeki hadiseleri ve kendisini okumasını engellemektedir. İnsan sürekli koşturmaktan ve birşeyler ile meşgul olmaktan dolayı hikmetli düşünme faaliyetini unutmuştur.

Oysa Düşünecek O Kadar Çok Şey Var ki

Dinimiz hikmetli düşünce faaliyetine -ki biz buna dini anlamda tefekkür diyoruz- çok önem vermiştir.İnsanın kendisini ve kendisini yaratanı tanımasını sağlayacak olan tefekkür insanın kendisine yapabileceği en büyük iyiliktir.

İnsan böyle bir tefekkürle, kendisinin bir amaç için yaratıldığını, çevresindeki hiçbir hadisenin manasız olmadığını görmenin yanısıra, bu dünyadaki herşeyin bir sona doğru gittiğini görmekle buranın peşinden koşmanın anlamsız olduğunu, geçici şeylere gönül bağlamanın yanlış olduğunu ve esas Baki olana gönül bağlaması gerektiğini anlar.

Dünyadaki Bütün Güzellikler O'ndan Haber Verir

Daha önceki yazılarımızda örnek verdiğimiz gibi nasıl ki ayna sadece kendisine yansıyan güzellikleri gösteriyor ve bunların esas sahibi o değil ve övünmeye de hakkı yoksa aynen öyle de sahip olduğumuz ve çevremizdeki bütün güzellikler ise aslında bizim değil bunları bize verene aittir. Güneş aynaya yansıyıp ta aynayı aydınlattığı ve parlattığı zaman ayna bu parlaklıkla nasıl övünemezse insan da bu güzellikler benden kaynaklanıyor, ben bilgiliyim, zenginim, akıllıyım, bütün sahip olduklarımı ben kendi becerimle elde ettim diyemez, derse bütün bunları kendisine verene karşı nankörlük etmiş olur. İşte size insanın menşeini hatırlatan güzel bir örnek;

Vaktiyle alim zatlardan birisi yolda gidiyorken kibirle eteklerini yolda sürükleyen bir genç görmüş. Gence, şu eteklerini biraz daha kısalt demiş. Genç, sen benim kim olduğumu biliyor musun demiş ona. Evet, çok iyi biliyorum demiş yaşlı alim. Senin başlangıcın kaypak bir su sonun da kokmuş bir leş, ikisi arası da pislik dolu bir hammallık demiş. Genç cevap veremeyip sıvışıp gitmiş.
 Evet, hepimiz böyle değil miyiz aslında. Öyleyse neyimizle övünüyor ve bütün sahip olduklarımızı neden asıl Sahibine vermiyoruz?


Bütün güzellikler ve hayırlar Sen'den Yarabbi, Sana döndüm Yüzüm

Öyleyse, insana düşen şey kendisine verilen şeyleri sahiplenmeden onları asıl Sahibine vermek ve hep O'nu gösteren bir ayna veya pusula gibi olmaktır. Nasıl ki pusulalar hep kuzeyi gösterirler ise ona bakan herkes onda Allah'ı görmelidir. Söyleyen ne güzel söylemiş;

"Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim"




21 Ağustos 2016

Hayat ve Sabır


Okuyucularım hatırlayacaklardır daha önce hayatı olimpiyat oyunlarına benzetmiştik. Oyuncuların stadyumda biraz sıkıntı çektiklerini ancak sonunda madalya ile ödüllendirildiklerinden söz etmiştik. Bugün bu konuyu önemine binaen detaylandırmak istiyorum;

Herşey Sabırla Olgunlaşır

Bildiğiniz gibi dünyamız milyonlarca sene geçtikten sonra bu haline gelmiştir. Dev Sekoya ağaçları ise 140 m. olan o muhteşem boylarına bir toplu iğnenin ucu kadar olan tohumdan çıkıp ancak 3000 yılda ulaşabilirler. Bir insanın ise kendi ihtiyaçlarını karşılaması ve hayata atılabilmesi için belki de en az 20 yıl geçmesi gerekir. O çok sevdiğimiz meyvelerin olgunlaşması için ise aylar geçmesi gerekir.


Ötelere Yolculuk Var!!!

İnsan hayata ve çevresine dikkatli baktığı zaman hayatının devamı için çok masraflar yapıldığını görür. Kocaman güneş, hava, su, toprak ve diğer şeyler adeta insana hizmet için koşturmaktadır. Biraz daha derinlere indiği zaman güneş sistemi ve içinde bulunduğu galaksinin de bu varlığın devamı için gerekli olduğunu anlar insan. Bu kadar masraf sadece 60-70 yıllık bir hayat için olamaz. Öyleyse, bütün bunlar insanı ebedi hayata hazırlamak içindir. Esas hayat burada değil Orada'dır. Dolayısıyla hayatta insanın başına gelen her hadise aslında insanı ötelere hazırlamak içindir. 

Hayat, bize verilenlerle onun zevkini sürmek için çok kısadır. İnsan ömrünü 70 yıldan hesap edersek, insan kendisini bilene ve anlayana kadar 15 senesi geçer. Sonraki hayatının da 3'te 1'i uykuda geçer. İşte güçte, yollarda ve hastalıklarda geçen ömrü de çıkarttığınız zaman geride insanın zevkini sürebileceği 20 senesi (en iyimser rakamlarla) ya kalır veya kalmaz. Bir de bakmış ki peşinden koştuğu dünya onu bırakmış gitmektedir.

Bir damla için koca bir Derya'yı feda etmeyin

Dünya, ahiret ile karşılaştırıldığı zaman derya yanında bir damla gibi kalır.İnsan dünya hayatının zevk ve lezzet almak için değil de ötelere hazırlık için imtihan maksatlı özel olarak dizayn edildiğini anlarsa hayatını bu anlayışa göre düzenler ve hiçbir hadise onu yıldıramaz. Her hadisenin aslında onu denemek ve onu olgunlaştırma adına başına getirildiğini düşünür ve "Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler" der. 

Bu şekilde insan başına gelen olumsuz görünümlü ama imtihan maksatlı verilen şeylere sabrettiği zaman Sahibi'ni hoşnut eder ve imtihanı kazanır.

Ne mutlu böyle bir imtihanı kazananlara!









15 Ağustos 2016

Hayat ve Doğuş


Hayata Yeniden Doğmak

Hepimiz bir kere doğarız hayata ve yaşarız bize ne kadar ömür verilmişse. Ancak, hayata bir kere daha gelme fırsatımız olsaydı nasıl yaşamamız icap ederdi? Gelin biraz bunun üzerinde kafa yoralım.

İnsanlar, doğumlarından itibaren çevrelerinde olan biteni gözlemler ve zamanla çevrelerindeki hadiseler insanlara çok normal gelmeye başlar. Oysa, en güzel yaradılışıyla varlıklar içinde seçkin bir yeri olan insanın etrafındaki eşyaları ve hadiseleri sorgulaması ve buna göre bir yaşayış seçmesi beklenir kendisinden. Tam olarak ne demek istiyorum? Biraz daha açıklayayım;

Hayatı O'nun Adına Okumak

Mesela, bahar mevsimi gelir güller açar, mis kokularıyla ortalığı mest ederler. Ama biz pek aldırış etmeyiz. Sadece ne güzel kokuyor bunlar der geçeriz. Aslında, sorgulayan insanın şöyle düşünmesi ve demesi beklenirdi; 

-Yahu, bu gül kara topraktan çıktı. Bu toprakta ne koku var ne de renk. Bu gül bizi mest eden bu kokuya ve renge nasıl sahip oldu? Benim neleri sevdiğimi nasıl biliyor ki tam ona göre bir renk ve bir kokuya sahip olmuş? Bunu aklı ve şuuru olmayan bir çiçeğe veremeyeceğime göre demek ki çiçeği ve bizleri bilen, gücü havaya, toprağa, suya ve güneşe geçen birisi bunu yapmış olmalı. Öyleyse Allah'ım sana hamdolsun ki bize bu güzellikleri verdin demelidir.

Aynı şekilde yağmur yağdığı zaman da şöyle düşünmelidir;

- Bu bulutlar buradaki insanların, hayvanların ve bitkilerin ihtiyaçlarını nereden biliyorlar ki tam zamanında yağmur yağdırıyorlar. Halbuki bunların düşünen aklı, gören gözleri ve sözlerimizi işiten kulakları yok. Demek ki bütün bunları gören ve bilen Allah bize bu yağmuru gönderiyor diye düşünmeli ve O'na şükretmeli.

Hastalandığı zaman da şöyle düşünebilir insan;

Rabbim bu hastalığı vermekle benim ne kadar güçsüz olduğumu ve O'na muhtaç olduğumu hatırlattı. Demek ki doktora gitmekle beraber O'na yalvarma zamanım gelmiş deyip kendine şifa vermesi için Şafii olan Allah'a dua etmeli insan.

Malını-mülkünü kaybettiği zaman da şöyle düşünürse sıkıntılardan kurtulur ademoğlu;

Bu malı mülkü bana zaten O vermişti  ve O bunların gerçek sahibidir.Mülk sahibi malını istediği zaman geri alır. Eğer ben bu duruma sabredip şikayetçi olmazsam daha güzellerini bana ahirette verir. Yoksa, bunları ben kazanmıştım. Niye şimdi elimden çıkıp gittiler diye düşünürsem hayat bana ızdırap olur.

Cennet bir Hayat Senin Elinde


Sonuç olarak çevremizdeki eşyalara ve hadiselere bakarken maddeci anlayıştan kurtulup O'nun adına bakabildiğimiz ölçüde hayatımız Cennet'e döner yoksa zamanımızın anlayışıyla bakarsak bu dar dünyanın duvarları arasında sıkışır hayatımızı Cehennem'e çeviririz.







11 Ağustos 2016

Hayat ve Ayna


Hayat Bir Aynadır

Bilirsiniz aynalar karşılarındaki nesneleri olduğu gibi gösterirler. Hayat ta bir aynadır aslında ve kendisine yansıyan görüntüleri gösterir. 

Peki Hayat Kime Aynadır?

Hayatı kim verdiyse ona aynadır hayat. Gelin bunu bir örnek üzerinden açıklayalım; Bir araba fabrikasını düşünelim. Fabrikaya değişik malzemeler giriyor ve araba olarak çıkıyor. Anlarız ki bu fabrikayı yöneten, fabrikadaki işleri organize eden bir yönetici var. Yoksa o kadar değişik malzemenin kendiliğinden bir araya gelip bir araba oluşturması mümkün değil. Aynen öyle de, evrene baktığımız zaman çöldeki kum tanesinden daha fazla olan yıldızların ve gezegenlerin müthiş hızlarına rağmen birbirlerine çarpmadan yollarına devam etmelerini tesadüfle açıklayabilir miyiz? Ya yağan milyarlarca yağmur  tanesinin hiç biribirine değmeden yeryüzüne inmelerini peki. Bizden çok daha akılsız olmalarına rağmen ineklerin ve tavukların bizim yapamadığımız sütü ve yumurtayı yapmalarını nasıl izah edeceğiz?

Hele Balarısı

Evet, ancak parmağımın ucu kadar olan bir bal arısının matematik profesörlerine taş çıkartıp altıgen petekler yapması ve binlerce çiçeği gezip en şifalı besin olan balı yapmasını neye vereceğiz? Bir kibrit ucu kadar olan beynine mi? 

Evet, Hayat Allah'a bir Aynadır

Bizden çok daha şuursuz ve akılsız bu varlıklara bu faaliyetleri veremeyeceğimize göre bütün bunları yapan tek bir varlık vardır. O da Allah'tır. Dolayısıyla yumurtaya baktığımız zaman tavuk değil süte baktığımız zaman inek değil yağmura baktığımız zaman bulut değil bütün bunları veren gerçek sahip Allah akla gelmelidir. 

İnsana ne kadar çok şaşılır ki bir yerde birkaç satır yazılı olsa hemen bunların yazarı kim diye sorarken kendisinin yapamadığı bunca faaliyetin gerçek sahibi kim diye sormaz veya sormak istemez.

Hastalandığımız zaman O'dur bize Şifa veren

Hastalanıp ta doktor eliyle iyileştiğimiz zaman aslında bize Şifa veren Allah'tır. Doktor yalnızca arada bir sebeptir. Bir sofraya oturup yemek yediğimiz zaman bize rızkımızı veren de O'dur. Birisine merhamet ettiğimiz zaman aslında Allah'ın Rahman ve Rahim isimlerine ayna oluyoruzdur. Hayatımızın kaynağı Allah'ın Hayy devamı da Kayyum ismine bağlıdır. Hayat bu yönüyle Allah'ın birçok ismine aynalık yapar. Bu sebeple bir sinek hayat sahibi olduğu için koca bir dağdan daha fazla isme aynalık yapar.

Herşeye O'nun hesabına bakmalı

Çevremizdeki hadiselere ve eşyaya kendileri hesabına göre değil de Allah hesabına bakarsak hem bizi yaratan hakkındaki bilgimizi artırmış oluruz hem de boş yere üzüntülere ve streslere girmemiş oluruz. Neden peki? Madem başıma gelen bu hadiseden bana karşı çok merhametli olan Rabbimin haberi var. Öyleyse niye üzüleyim ki. Demek ki bunda benim için bir hayır var diye düşünür insan. 

Dünyadayken Cenneti Yaşamak

İşte insan böyle düşündüğü zaman daha dünyadayken cenneti yaşar ve başına gelen hiçbir hadise kendisini sıkıntı ve strese sevk edemez.


10 Ağustos 2016

Sesimi Duyuyor musunuz?


Gelin bugün de hayat ve yalnızlık üstüne bir fikir yoralım;

Doğarken etrafımızda annemiz babamız ve diğer akrabalarımız olur. Ölürken de çocuklarımız ve diğerleri. Hayatın her döneminde çevremizde farklı insanlar olur. Etrafımızda hep insanlar vardır. Ancak bu durum şu gerçeği değiştirmez: Sahnede biz sabit kalırız yalnızca çevremizdeki oyuncular değişir.

Çocukluğum ve Şimdi


Çocukluğumun karesini oluşturan çerçevenin bir kısmında dedelerim, anneannem, babaannem, teyzelerim, büyük dayılarım, abim ve kuzenlerim vardı. Bugünün çerçevesinde ise, iki dedem, babaannem, dayılarım, bir kuzenim ve abim artık yoklar. Değişim yavaş olduğu için yokluklarının çok farkına varılmıyor bugün. Aslında çocukluktan bir anda bugüne gelsek ve çevremizde o çocukluğumuzun karakterlerini aramaya kalksak ne kadar yalnız kaldığımızı göreceğiz. Çocukluğumuzdan bugüne kalan yalnızca bir kaç akrabamız ve dostumuz.

Yaşlılar ve Yalnızlık

Bahse konu durum, yaşlı insanlarda daha belirgindir. Yaşadıkları her bir dönemin insanları gitmiş yerlerine başkaları gelmiştir. Hep eskiye özlem duyarlar ama artık o dönemler çok geride kalmıştır.

Peki En Sevdiklerimiz

Aslında bu fikir jimnastiğini daha geniş çerçevede de yapabiliriz. Tarihin tüm dönemlerini düşünecek olursak, çok sevdiğimiz insanların bizden çok önce ötelere gitmiş olduğunu görürüz. Başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere diğer peygamberler, onların arkadaşları, Allah dostları ve en sevdiğimiz akrabalarımız hep ötelerdedir. Nasıl ki, bizim en sevdiğimiz akrabalarımız ve dostlarımızın çoğu İstanbul'da olsalar, herhalde bizlerde bir an evvel oraya gitmek isteriz değil mi? Aynen öyle de insanın dünyanın geçici güzelliklerine takılıp asıl dostları unutması ve onların yanına gitmek istememesi garip bir durum olmaz mı?

Öyleyse Ne Yapmalı?

Yarın ötelerde kimlerle ebedi ömrüzün geçmesini istiyorsak onların yaşadığı gibi bir hayat yaşamalıyız.Tabi ki bu hayatın, Hayatı verenin istediği bir tarzda olması temennimiz olacaktır.


8 Ağustos 2016

Mevsimler Gibidir Hayatımız



Evet, hayat mevsimlere benzer. İlkbahar, yaz, sonbahar ve kış mevsimleri olduğu gibi hayatın da böyle dönemleri vardır. Gelin beraber bu konuda biraz fikir jimnastiği yapalım.

İlkbahar

İnsanın bebekliği ve çocukluğu ilkbahar mevsimi gibidir. İlkbahar'da nasıl herşey yeni, taze ve canlıysa bebek ve çocukken de öyledir. İnsanların da en çok sevdikleri mevsim tahminimce ilkbahardır ve aynen öyle de insanlara sorsanız hayatlarında hep çocukluklarına geri dönmeyi, öyle duru ve saf hallerinde kalmış olmayı isterler.

Yaz

İnsanın gençlik dönemi ise yaz mevsimi gibidir. Güneşin en çok ısısını ve ışığını gönderdiği dönemin adıdır yaz ve insanın ise en kuvvetli ve zinde olduğu zamandır gençlik. İnsanlar tatil hayallerini hep yaz mevsiminde gerçekleştirmeye çalışırlar. Hayatta da gençlik zamanında her işin peşinde koşulur ve gelecek hayallerinin temelleri atılır.

Sonbahar

İnsanın 40'lı yaşlardan sonra dediğimiz dönemi ise sonbahar mevsimi gibidir. Artık, güneşin ısısını ve ışığını daha az gönderdiği, herşeyin sarardığı, ağaçların yapraklarının solup düştüğü hüzünlü bir dönemin adıdır sonbahar. Aynen öyle de 40'lı yaşlardan sonra, insan bedeninin eski gücünü kaybettiği, ideallerin artık tamamlanmak üzere olduğu, hayatın eskisi gibi yüzümüze gülmediği bir zamandır orta yaşlar.

Ve Kış

Artık belin büküldüğü, gözlerin eskisi gibi görmez, kulakların işitmez olduğu ve hastalıkların iyiden iyiye insana hücum ettiği yaşlılık dönemi ise kışa benzer. Güneşin artık ısısını ve ışığını pek az gönderdiği, heryeri soğukluğun ve karanlığın kapladığı bir zamandır kış mevsimi. Hayatta da insanların en çok hayatlarını kaybettikleri zamandır kış. 

PEKİ ÖYLEYSE?

İnsanlardan mevsimlerin hepsini yaşayanlar azdır.Kimisi daha ilkbaharda göçüp gider toprağın bağrına kimisi de yazın sıcağında ayrılır aramızdan. Sonbaharın yaprakları gibi yere düşenlerde pek çoktur insanların içinde. Az bir kısmı ise kışın soğuk iklimine teslim eder kendisini.

Aslında, mevsimleri yorumlamak biraz da insanın kendisine bağlıdır. Hayata pozitif bakabilenler, hayatlarının sonbahar ve kış mevsimlerinde dahi nice güzellikler görürler. Mesela, insanın artık olgunlaştığı, yerinde kararlar alabildiği, kendisine başvurulan bir nevi bilge konumuna geldiği, torunların sevildiği, bütün aile fertlerinin etraflarında toplandığı, kendisinden duaların istendiği, saygı ve hürmet gösterildiği mevsimlerdir orta yaş ve yaşlılık.

Öyleyse gelin ömrümüzde ne kadar mevsim varsa onları iyi bir şekilde yaşayalım ve ömrümüzün kışından sonra muhteşem bir bahara uyanalım.





6 Ağustos 2016

Hayat Olimpiyatlarına Hazır mısın?



Bildiğiniz gibi 2016 Rio Olimpiyat Oyunları başladı. Aslında, hayat ta Olimpiyatlara benzer. Nasıl mı? Gelin konuyu biraz daha açalım.

Olimpiyatlara ev sahipliği yapan ülke bu oyunlar için oldukça masraf yapar ve sonra sporcular bu oyun için davet edilir. Her ülke kendilerini temsil etmesi ve madalya kazanması için sporcularını bu ülkeye gönderir. Sporcular, burada kendileri için özel yapılmış olan bir Olimpiyat Köyünde belli bir süreliğine kalırlar. Her sporcu özel kıyafetiyle ve spor aletiyle bu yarışmalara katılır. Müsabakalar boyunca her sporcu en iyi performansını madalya kazanmak için gösterir. En iyiler madalya alırlar biraz eksik performans gösterenler ise madalya alamazlar. Sonunda tüm sporcular evlerine mutlu veya mutsuz bir şekilde geri dönerler ve asıl memleketlerinde hayatlarının sonuna kadar yaşarlar.

Dünya da böyle değil midir? Şu dünyanın sahibi burayı bir çeşit imtihan yada yarış yeri olarak dizayn etmiş ve masraf etmiş. Hepimize farklı yarış aletleri vermiş. Mesela, kimimiz fakirlikle imtihan edilirken kimimiz zenginlikle, kimimiz hastalıkla kimimiz de kadınla imtihan ediliriz. İmtihanı başarıyla bitirenler asıl yurtlarında ebediyen mutlu bir şekilde yaşarken imtihanı kaybedenler ise ne yazık ki mutsuz bir şekilde yaşamaya mahkum olurlar.

Öyleyse seçim sizin. Ebediyen mutlu bir yaşam mı yoksa?




5 Ağustos 2016

Hayatı Okumanın Bizcesi



HAYATI BİR DE BÖYLE OKUYUN

Değerli Okuyucular, 


Hayatımızda en çok yaptığımız şeylerden biridir okumak. Hele zamanımızın bilgi çağı olduğu düşünülecek olursa okumanın ne kadar önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Ancak, hayatın çok kısa ve okunacak şeylerin de çok fazla olduğu göz önüne alınacak olursa burada zorunlu bir seçimin yapılması gerekir.



Öyleyse ne yapmalı? Aslında bunu herkesin kendisine soracağı sorular belirler. Mesela, hayatta neler başarmak istiyorum? Para mı yoksa huzur mu? Kariyer mi yoksa güzel bir aile hayatı mı? Bu dünya mı yoksa öteki dünya mı? Peki, hepsinin de elde edildiği bir dünya yok mu? Maalasef ben böyle bir dünya bilmiyorum. Birisinden kazanıldığı zaman diğerlerinden kaybediliyor genellikle.

Örneğin insanlar kariyer yapayım derken ailelerini ihmal edebiliyor ya da para kazanıyım derken huzuru elden gidebiliyor veya bu dünyayı kazanıyım derken öbür dünyayı kaybedebiliyor. Madem süreç böyle işliyor. İnsan kendisi için en önemli şey ne ise onun peşinde koşmalı ve okumalarını buna göre yapmalı.

İşte burası hayata farklı bakışların olduğu bir blog olacak. Umarım, okumalarımı birlikte yorumlar ve hayata farklı bir desen ve anlam getiririz.

İyi bloglar!