31 Ekim 2016

Geçmiş Yazılarımdan Seçmeler 2


Evet, sizlerle geçmiş yazılarımdan seçmeler serisine devam ediyoruz.Gelin önemli noktaları bir daha hatırlayalım;

Vaktiyle alim zatlardan birisi yolda gidiyorken kibirle eteklerini yolda sürükleyen bir genç görmüş. Gence, şu eteklerini biraz daha kısalt demiş. Genç, sen benim kim olduğumu biliyor musun demiş ona. Evet, çok iyi biliyorum demiş yaşlı alim. Senin başlangıcın kaypak bir su sonun da kokmuş bir leş, ikisi arası da pislik dolu bir hammallık demiş. Genç cevap veremeyip sıvışıp gitmiş. (Güzelliklerin Asıl Sahibi)

Ahiret Okyanusunun büyüklüğü yanında ancak bir damla kadardır Dünya. Okyanuslarda yüzmek için yaratılan insanın bir damlada boğulması ne kadar acıdır. Az bir gayretle az ötedeki okyanusa ulaşabilecekken elindeki bir damlayla yetinmesi ne kadar hüzün vericidir. Kabiliyetler bakımından tüm varlıkların üstünde yaratılan insanın bu konumunu değerlendiremeyip tüm varlıkların altına düşmesi ne kadar acıklıdır. (Bir Yolcudur İnsan Şu Hayatta)

İnsanı insan yapan şey bakımlı bedeni değil ruhudur. Bedenimizdeki madenleri toplayıp satsak çok bir şey tutmaz. Ama manevi değerlerle donanmış bir ruh dünyalar kıymetindedir onu Yaratanın gözünde. Buradaki bedenimiz bize son nefesimize kadar eşlik eder. Ruhumuz ise ebediyete kadar. 3 günlük dünya hayatında bedenimize gösterdiğimiz özeni bizimle sonsuza kadar beraber olacak ruhumuza niçin göstermiyoruz? (Hazır mısın Ruhunun Fotoğrafını Çekmeye?)

Allah'ın elçisi ve kitabımız bize bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu bildirmiş ve yapmamız gerekenleri anlatmışlardır. İnsanın elinde gerekli donanım da vardır. O sözlere kulak verenler ve donanımlarını iyi yolda kullananlar imtihanı başarıyla geçmiş ama o sözlere aldırış etmeyenler ve donanımlarını O'nun yolunda değil de nefislerinin istikametinde kullananlar ise imtihanı ne yazık ki kaybetmişlerdir.(Hayatta Bayram)

İnsan hayatındaki en büyük yatırımları kulluğuna yapmalıdır. Seminerlere harcadığı zaman kadar, kulluğun temel özellikleri olan ibadet, samimiyet, cömertlik, tevazu, cesaret, yumuşak başlılık, vefa, sadakat, herkesle iyi geçinme gibi iyi huyları kazanmak ve karakterini bunlarla örgülemek için zamanını harcamalıdır. Hem bunları kazanmak için öyle masraflara girmesine de gerek yoktur. Bu konuda en büyük rehber ve kulların baştacı olan Peygamber Efendimize (SAV) bakması ve Kitabımızın yapraklarını açması yeterlidir. (En Büyük Unvan Kulluk)






28 Ekim 2016

Hey Taş! Geç Arkadaşının Yanına!


Bizler hepimiz bir toplumda yaşayan insanlarız. Ne kadar yetenekli ve akıllı da olsak bir toplum içinde bulunmadan yaşayamayız. Nasıl ki yalnız bir taştan duvar olmazsa yalnız yaşayan bir insan da tüm işlerini kendi başına yapamaz ve yaşayamaz.

Çocukluğumda, Daniel Defoe'nin meşhur Robinson Crusoe adlı romanını okumuştum. Roman ıssız bir adada yıllarını geçiren bir adamı konu alıyordu. Romandaki Robinson her ne kadar yıllarca yalnız yaşamayı başarabilmiş olsa da bunu gerçek hayatta yapmak o kadar kolay değildir.

Hepimizin bilgisiyle, becerisiyle ve karakteriyle topluma katacağı değerler vardır. Toplumlar bu değerleri harmanlayarak geleceğe yürürler. Nasıl ki tek başına gözler veya eller bir işe yaramıyor ve onların hepsi bir araya gelip bir vücut meydana getiriyorlarsa bizlerin de tek başına çok fazla bir katma değerimiz olmaz.

Üç tane 1'i alt alta toplasanız 3 eder. Ama bunları yan yana getirdiğiniz zaman 111 kuvvetinde olurlar. Evet, omuz omuza vermiş ve kaderleri ortak olan milletimin insanlarının meydana getireceği sinerjinin önünde hiç bir maddi gücün duramayacağı açıktır.

Aynı zamanda insanlar, bir toplum içinde yaşamakla birbirleriyle dayanışma içinde olurlar. Zengin, fakirin yardımına koşar, güçlü zayıfın elinden tutar ve aslında insan olarak birbirlerinden farklı olmadıklarını görürler. Nasıl farklı olsunlar ki. Onları Yaradan, bir tarağın dişleri gibi eşit yaratmıştır. İnsanın, Allah'ın kendisine verdiği nimetlerden ötürü diğer insanlara karşı böbürlenmesi ve caka satması onun çiğliğini göstermez mi?

Evet, hiç bir farklılık düşüncesine girmeden, aynı kaderi paylaşan insanlarla birlikte sağlam bir toplumu inşa ederek aydınlık yarınlara yürümek ne kadar güzel olur değil mi?










27 Ekim 2016

Boş Zaman mı Yoksa Boşa Geçen Zaman mı?


Hayatta çoğu insan boş zamanlarının olmadığından yakınırlar. Oysa "boş zaman yoktur boşa geçen zaman vardır" (A. Gulterman). Eğer boş zamanlarımızı nasıl değerlendireceğimizi bilmiyorsak boş vaktimiz olmayacak demektir.

İnsanın hayata gözlerini açtığı an aslında kum saatinin de ters çevrildiği andır ve insan o kum saatindeki kum tanelerinin ne zaman biteceğini bilmemektedir. Kimisi için bu 100 sene olurken kimisi için 70 sene, kimisi için rahmetli abimde olduğu gibi 38 sene kimisi için de rahmetli kuzenimde olduğu gibi 28 senedir. Kimileri de daha ayakları tozlanmadan geçer gider bu dünyadan. O yüzden insan boş zamanını en iyi şekilde değerlendirmeli ve boşa geçirmemelidir.

Evet, yarınlarımızın ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Bu sebeple "şimdi"lerin kıymetini çok iyi bilmemiz gerekiyor. "Daha sonra"ların sonu hiç bir zaman gelmeyebilir ve bir de bakmışız ki gözümüzü mahşere açmışız.

Zamanımızın insanları dünyaya karşı çok hırslılar. Oysa bir insan eğer hırslı olacaksa zamanını kaybetmemeye karşı hırslı olmalıdır. Onun bir damlasını dahi ziyan etmemek için titremelidir. Çünkü ebedi mutluluğun sermayesi "bu zamanla" kazanılacaktır.

Orada Geçer Akçe Şudur ki

Kabristanları ziyarete gittiğim zaman orada yatan insanları bir düşünürüm. Farklı meslekten, cinsiyetten, yaştan, zengin veya fakir insanlar. Her birisinin farklı yaşantıları vardı ama ölüm hepsini sıfırladı ve aynı noktaya getirdi. Hepsi 2 metre uzunluğunda 1 metre genişliğinde bir mezarlara gömüldüler. Belki de çoğu zamanlarını iyi geçiremediklerinden yakınıyor, öteki alemde geçer akçenin hiç de dünyadakilere benzemediğinden dem vuruyorlardır. Öyle değil mi ya. Dünyadaki, para, altın, gümüş orada geçmiyor. Orada geçen tek akçe Allah'a kulluğunuzdur.

Size Desem ki 1 Saatiniz Var

Öyleyse, insan zamanını çok iyi değerlendirmeli ama en değerli şeyle. O'da O'nun rızasını kazanmaktır. Size desem ki, 1 saatiniz var. İleride de bir saatlik mesafede muhteşem bir köşk sizi bekliyor. Misket oynamaya mı dalarsınız yoksa hemen köşk yoluna mı koyulursunuz? Evet, fani dünyanın peşinde koşmak ebedi ahiret yurdunun yanında misket oynamak gibidir. Yarın mahşerde çoğu insan dizlerine ellerini vurup "keşke dünyadayken elmasların peşinde koşsaymışım. Oysa ben çakıl taşlarının peşinde ömrümü tükettim ve şimdi ellerim bomboş kaldı" diyecektir. Ama o zaman iş işten geçmiş olacaktır.

Ne mutlu kendilerine verilmiş en değerli nimet olan zamanı Allah'ın rızasını kazanmak için harcayıp fani dünyanın gelip geçici zevklerine aldanmayanlara!






25 Ekim 2016

Hey Zorluk! Sana Çok Teşekkür Ederim


Çoğu insan hayatlarında karşılaştıkları zorluklardan şikayet ederler. Zorlukların, hayatlarını zora soktuğunu düşünerek pek onlarla karşılaşmak istemezler. Aslında zorluklar, değerlendirebilen insanlar için birer fırsata dönüşebilir. Ama nasıl?

Zorluklar, insanları değişime ve gelişime zorlarlar. İnsan, zorluklarla mücadele ederek olgunlaşır ve güçlenir. Daha karakterli ve iradeli olur. Zorluklarla mücadele o insanda aklı, çare bulmayı, sabrı, cesareti ve sezgiyi tetikler ve böylece paha biçilmez özellikler kazanır insan. Eğer, isteklerine kolayca ulaşırsa karakteri zayıflar ve iradesi güçsüz kalır.

Zorluklarla karşılaştığınız zaman daha önce yaşamış olduğunuz sıkıntıları hatırlayıp "Daha önce bunlarla başa çıkabilmiştim. Şimdiki zorluk ise bundan daha hafif bunu halledebilirim" diyebilirsiniz. Böyle yaptığınız an o zorluğun ne kadar küçüldüğünü göreceksiniz.

Kaptanın Ustalığı Durgun Suda Belli Olmaz

Başarıların değeri, onun uğrunda katlanılan zorluklar nispetindedir. Zorluk ne kadar büyük olursa başarı da o kadar tadından yenmez olur. Düşünün ki İstanbul'u fethetmenin zorluğu 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmet'i gemileri karadan yürütmeye zorlamış ve onu cihan fatihi yapmıştı. Karşısındaki ordunun çokluğu da Tarık Bin Ziyad'ı gemileri yakmaya zorlamış ve o da Endülüs'ü fethetmişti.

Hepiniz filmlerde görmüşsünüzdür ve gerçek hayatta da böyledir. Her şeye rahatlıkla ulaşan zengin bir insan önündeki pastadan lezzet alamazken akşama kadar zorluklarla mücadele eden fakir bir insan içtiği bir tas çorbadan büyük bir lezzet alır.

Başarı Merdivenlerine Eller Cepte Tırmanılmaz

Unutmayın ki başarı merdivenlerine eller cepte tırmanılmaz. Zeytin, zeytinyağı haline gelinceye kadar ne cenderelerden geçer, tohum başağa yürüyünceye kadar toprak altında ve üstünde ne zorluklarla karşılaşır. Bir hamile kadın bebeğini ne zahmetlerle karnında taşır ve sonunda büyük bir sancıyla bebeğini doğurur. Elmaslar, yerin binlerce metre altında ne tazyikler altında oluşurlar. Arılar, o muhteşem balı yapabilmek için binlerce çiçeğe konarlar.

Evet, her başarının altında bir zahmet yatar. Ateşe atılan topraklı altının saflaştığı gibi hayat ta çekilen zorluklarla saflaşır ve insan kemale doğru yürür. İnsan böylece parayla satın alamayacağı çok önemli özellikler kazanır.






23 Ekim 2016

Çayınızı Kristal Bardakta mı Yoksa Cam Bardakta mı Alırsınız Efendim?


Böyle bir soru size garip gelebilir. Öyleyse beni takip etmeye devam edin. Soruya cevap olarak, tabi ki kristal bardağı tercih ederiz diyenlerdenseniz şekilci bir insan olabilirsiniz. Benim için fark etmez diyenlerdenseniz sizin için şekil değil içerik önemli demektir. 

Önemli olan madde değil mana'dır.

Eskiden "sanat sanat içindir" veya sanat halk içindir" tartışmaları yaşanırmış. Ben ilk sözü şekilciliğe ikincisini ise içeriğe önem verme olarak görürüm. Bence önemli olan içeriktir. Yani beden değil kalptir, madde değil manadır. At değil süvaridir. Halk ozanımız Yunus Emre'nin sözleri çok sadedir ama ne kadar da insanın ruhuna işler ve akıllarda kalır. Hemen hepimizin zihinlerinde onun sözlerinden vardır. Mesela "Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan", "Bana seni gerek seni", "Yaratılanı hoş gör Yaratandan ötürü" gibi sözler hepimizin akıllarında kalmıştır. Ama şatafatlı sözler söyleyenlerden ise geriye hatırlanacak pek bir şey kalmamıştır.

Hayatta çoğu zaman şekle içerikten daha çok önem verir ve bunun için pahalı masraflara gireriz. İstediğimiz şekil olmazsa streslere bile girebiliriz. Mesela, evimize alacağımız orta halli bir koltuk takımı işimizi rahat görecek iken, en pahalısını almaya çalışırız. Oysa her iki takımın da işlevi de aynıdır. Elbiseler için de bu böyledir. Üstümüzü örtecek, insan içine çıktığımız zaman garipsenmeyecek bir elbise yeterliyken en pahalısını ve gösterişlisini almaya çalışır ve bunun için gereksiz borçlara gireriz. Biraz da bu şekilciliğin altında başkaları ne der düşüncesi veya onlara gösteriş yapmak yatar. 

Akıllı insanın yapacağı şey....

Oysa, kendisini yetiştirmiş bir insan bu tür şeylere değer vermez. Altın çamura da bulansa değerinden bir şey kaybetmez ama bir kömür altın varaklara konsa da yine kömürdür. Önemli olan elbise değil onun içindekidir. Ev değil evin sahibidir. Beden değil onun içindeki ruhtur.

Öyleyse, akıllı insana düşen şey, hayatında maddeye değil manaya, bedene değil kalbe, mezara değil onun içinde yatacak ruha yatırım yapmak olmalıdır. Gelin sözlerimizi Yunus Emre ile noktalayalım;


Bu dünya ol ahiretten içeri
Âşıkın yeri var kimseler bilmez
Yunus öldü diye sela verirler
Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez